Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

21 Aralık ve insanın vicdansızlığı üzerine bir yazı

Hava durumuna göre değişken duygularım. Mesela sıcakta mutsuz olamıyorum. O bile terletiyor ya sanırım ondan. Ama şimdi , dışarısı; yitip giden bir aşkın kalıntıları gibi soğuk, ama güzel... Güzel yazılarımı hep bu zamanlarda yazmışım. Sanırım İskandinav ülkelerinden birinde doğmalıymışım. Bugün sırf rüzgar yüzüme çarpsın, dudaklarıma kar değsin de artık hangi mevsimi yaşadığını hatırlayayım şu metropolün diye, sakince yürüdüm sokaklarda, botun su çekmiş olmasına aldırmadan. Ve her aldırmayışın sonu tabi ki hüsran, bak işte karın ağrısı başladı yine... Çocukken,  taşa oturma karnın ağrır diyen annenin sözlerini kulak arkası yapardık ama, nasıl bir işlerse bilinçaltımıza oturamazdık o taşa. Karın ağrısından korktuğumuzdan değil, annemizden korktuğumuzdan. Yani başımıza gelecek şeyler daha az korkutur bizi hep insanlardan. Bak şu 21 aralık olayına çok duygusal cevap vericem. Tüm sevdiklerimle aynı anda ölme fırsatını bulmuşken, yaşayıp acı çekme ihtimalini neden göze alayım? Nede

Yeditepe İstanbul Diyalogları -4

Resim
Aşkın kar-zarar defteri yok. Alacağın varsa yüreğine yazıcaksın Ancak cesur kadınların mutlu olmaya şansı oluyor hayatta Karşılaştık ya, tek avuntu bu. ve bu yeter... Karnımız doyunca aşk başlayacak  Beni ne kadar çok seviyorsun ? En güzel ve en zor şarkılar kadar... Biz hayatın makul çocuklarıyız, aşk hariç... Bütün çiçekler ayazda büyürler... Yeniden anlamı değişiyor sayfaların. Üstelik tek bir satır eklemeden bütün hikaye alt üst oluyor.. Bir şeylerin yerine birbirimizi koyduk. Birbirimiz kadar değerli şeylerin yerine; olmadı. Artık şimdi kimse sığmaz oraya.. Herkes yüreği kadar korkuyor... Ağlamanın güzelliğini bozacaksın be oğlum / Ferhan  Hayat sahip olduklarımızın dışında kalanlarmış meğer...                                         Büyüdüğümüz mahalle de böyle abilerimiz olsaydı keşke.

Yeditepe İstanbul Diyalogları- 3

Resim
                                         Birgün ben de yazarım belki bizim mahallenin romanını... Hayatımda ilk kez sigorta hastanesine gittim. Anladm ki yoksulun yorgunluğu bitmez / Olcay Yıllar önce nasıl ayrıldığımızı hatırlıyor musun Ali ? Evet, yarın görüşürüz diye.. Seni görünce manasızca lafa gireyim dedim. Belli mi olur istemsizce de olsa yüzün gülmeye benzer bir şekil alır. / Ömer laf bu öksüz bir şey; bazen senin bazen benim... öyle bir duygunun varoşlarında aşkın kenar mahallesinden kiminle çıkacaksın... nasıl göremiyorsun bilmiyorum. o senin yoksulluğunun devamı.. / Duru eğer birgün sana kötü davranırsam bu seni sevmediğim için değil... insan her gün yaptığı şeyi düşünür mü ? Sen her gün geçtiğin sokaktan giderken köşeyi dönecektim diye düşünür müsün ? sana Ömer'in ağzıyla konuşayım Duru.Sen sağlamcısın! çok şey vaad edemem ama,mutsuzluk garanti ... her akşam eve döndüğümüzde birbirimizi bulabilmek için evleniyoruz ( bak bu sözü belki ileride davetiyemde

Bahar'a alerjim var

Resim
Önceleri dilimin üstünde patlayan şekere gülüp, elimdeki çatapatı yere sürterek hayattan zevk alırdım. şimdi ise büyüdüm ve hayatımda ne değişti ? Hep aynı soru aklımda; zamanı tutabilir miyim elimde ? Mesela ışıklı bir ayakkabının verdiği rahatlığı hiçbir ayakkabı vermiyor artık. Çünkü hiçbir ayakkabım başucumda uyumuyorum sabaha kadar. Kışın bittiğini ''havaya üfleyip ağzımdan buhar çıkmamasına yormak'' gibi bir derdim yok haber bültenleri varken. Ki her cinayet; o kadar sıradan artık, hayatın bir olgusu bir bütünü. şiddet... Birbirlerinden nefret etmeye uğraştıklarının yarısı kadar sevmeye uğraşmıyor insanlar birbirini. Kime sorsam dertli, kime sorsam yalnız, kime sorsam birilerini istiyor yaşantısında, ama ilk fırsatta da öyle havada ki burun... ne diyordu kaybedenler kulübünde; bunca insan yalnızken neden bunca insan yalnız? Ama öğrenmişiz ergenliğimizde büyüklerimizden; geri adım atmayı. ''Ne kadar kaçarsan o kadar kovalarnırsın, s*keni s

Yeditepe İstanbul Diyalogları -2

Resim
''Bana öyle bir kitap ver ki, sorun diye bir şey kalmasın Ali '' ''senin içinde sürüyor benim mahkemem. beni bağışlayacak şeyler arıyorsun, daha suçumu bilmeden'' ''başlayıp başlayıp yarım bıraktığın sayfalar gibi dokun.'' ''Ben kıza ‘aşk isterim’ diyorum içimden yüzüne karşı, o fritöz diyor.'' ''öyle içime çekiyorum ki soğuk havayı; dudak tiryakisi değilim, kalbim serinliyor'' ''öyle bir gülümseyin ki zamana işlesin..'' ''Söylesene Havva bir kalp nelere dayanır? İnsan zannettiğinden çok güçlü. Yoksa bugün 3 defa ölebilirdim'' ''Kendimize ait bir dünyamız olsun demek bile ayıp geliyor. Sanki orada züppelik yapıcaz'' ''Sana bakarken hayatım kolaylaşıyor. Bu sevgi mi bencillik mi emin değilim...'' Havva ana: kız bu oğlanı beğenmiş seçmiş sana ne oluyor ? Ömer: kız bizi de tanısın öyle versin kararını. şöyle façayı bir düzeltelim

90'larda aşık olmak

Resim
Belki şu işsiz günlerimde evde oturup da izlediğim eski türk dizileri ( sultan makamı - yeditepe istanbul ) yüzünden yazıcam yazacaklarımı. Aslında hiç unutmadığımız ama yine de bir yerlere saklanan o güzel günlerden bahsedeyim istedim biraz. Yeni nesile acıyorum. Sanırım 95'den sonra doğan kişiler bu tarz şeyleri gençliğinde biraz zor yaşayacak. İlk aşık olduğum zaman mesela. Tabelacıda çırak olarak çalıştığım, ellerimin tiner, yüzümün gözümün kaynak dumanından simsiyah olduğu,resmi üniformamın mavi tulum olduğu günlerdi. Aynı sokakta bir kız vardı, badem gözlü. Ben dükkanın önünde oturur ona bakar, o da her fırsatta çöp atardı evden beni görmek için. Ama o zamanlar bu kadar öz güvenimiz yok tabi. Hiçbir şeyin, bırak sevişmeyi- sevmenin bile ulu orta yaşanmadığı, ayıplandığı, ama yine de güzel olduğu zamanlardı. Zar zor işportacıdan ikinci el aldığım cep telefonumdan - ki onun da anteni yüzünden oturup kalkarken cebimizden çıkarmak zorunda kalıyorduk, pantolonda iz yapar

profesyonel bir hayalperest

insanın içini sıcak tutan umutmuş biliyor musun? sana o kadar çok sevdalanmamın sebebi de belki buydu çünkü senin gülüşünde bir kırlangıç umudu vardı bir bahar beklentisi, kış hüznü.. senin yüzünde ne vardı biliyor musun dört mevsim vardı yüzünün coğrafyasının benim dünyamda bu kadar değerli olmasının sebebi de buydu herkes tarafından ele geçirilmek istenen topraklar gibiydin. senin türkiye'nde istenmeyen bir kürtdüm. sahip olduğu tek şey bir fotoğraf olursa insanın ne yapar diye düşünüyorum ? mutlu olur. çünkü başka çaresi yoktur içi ısınsın diye hayal kurar o resme bakıp. umud eder. fakirliğin insana sağladığı tek katkı da budur. profesyonel bir hayalperest olabilmek sonra her şeyi bir resmin üzerine bağlayıp daha çok ısınmak için yakarsın fonda bir orhan gencebay müziği etrafında kimse yok ama sanki birileri seni izliyor gibi sanki Allah benim bu halime acısın der gibi yakarsın resmi bir bakmışsın üşüyorsun temmuzdan beri kıştasındır bu yazı da şiir d

Yeditepe İstanbul Diyalogları -1

Resim
Bu sıralar yeniden başladım Yeditepe İstanbul'u izlemeye. Geçmişin o tozlu raflarındaki en güzel dizilerden biriydi. Sık sık diyalogları paylaşıyorum twitter'de. Buraya da yazayım istedim ''ben bakarken kanayan bir şehir oluyor yüzün'' ''sokağın ayazında alçak gönüllü bir parantez açılmış kimin umurunda'' ''Kalbimin en çok yağmur alan yerlerinde; adın.'' '' sesin kıvrılıp, büküldüğü yerde ıslanıyor gözlerimiz. Nedenini soruyorlar, bilemiyoruz.. kimseyi ikna edemiyoruz'' ''şş lan işi ilerlettin ha. Ne dedi kız? Ömer dedi. Hiç kimse adımı kadar güzel söyleyemezdi...'' '' herkes yüreği kadar korkuyor, bunu konuşuyorduk'' '' Elimde bir demet çiçekle geçtim bütün yolları. Bir delikanlı için bu ne demektir sen bilemezsin'' ''bir uykunun içinde kaybolucam. Derin ve geniş bir uykunun içinde. Bir bakacaklar Yusuf yok. '' '' Baktım herkes ce

Kars- Cemal Süreya'nın Kaleminden...

Kars'ı Paris'te yazmıştım. Neden bilmem, utandığım olmuştur bundan. Kars'a gitmeden Kars demişim. Paris dönüşü hemen Kars'a teftiş turnesi çıkmasın mı? Göçebe'deki Kars izlenim ve imgeleri bu kez yerinde oluştu. Yine de bir eksiklik duygusu olmuştur uzun süre içimde Kars şiiri için. Sonra öğrendim, Rimbaud da Sarhoş Gemi'yi denizi görmeden yazmış. Nasıl avundum! Çok tuhaf, Kars şiirindeki Kars, Göçebe şiirindekinden daha çok var gibi. Şiirim yaşar mı bilmiyorum, aslında merak da etmiyorum bunu; ama çok uzun bir süre sonra iki şiire baksalar Kars şiirindeki Kars daha bir oturmuş görünür gibi geliyor bana. Rimbaud Sarhoş Gemi'yi denizi görmeden yazmış ya, nehirden denize geçirmiş o gemiyi. Ben de Kars'ı görmemiştim, ama Kutu Dere'sini, Erzincan'ı, Spikor Dağı'nı, Doğu Anadolu faunasını, yolları az çok biliyordum. Bu bir açıklama olabilir mi? Akşamları eve doğru, beş yaşında, ve annemin elinde fener, yürürken, yıldızlar Kars'a doğru gidiyord

Kasım'da şiir başkadır

Resim
Şimdi daha fazla üzülmemek için bir şarkıyı suçlasam bir otobüs durağını suçlasam tüm beklemelerim için bir yol belirleseler o yoldan gitsem o yol hiç bitmese hep o yolu suçlasam evde unutulmuş bir eldiven var ama ellerim üşüdü diye ben rüzgarı suçlasam yağmur yağsa yağmuru suçlasam... bir şiir yazsam sonra yazdım diye kendimi suçlasam.. Emrah Ateş Kasım.... geri kalan şiirlerim için http://sairinsharfi.blogspot.com/

Ay dont sipik ingiliş be abla

Uzun zamandır neden pek yazı yazamadığımın farkına vardım. Çünkü önceden en çok zevk aldIğım şeyi yapmıyorum. İnsanları izlemiyorum. Ayrıntıları gözlemlemiyorum. Sen bir ekmeği yerde görürsün, bense onu alıp üç kere öpemek suretiyle alnına koyan çocuğun gelmesini beklerim. Bugün işimde son günümdü. İşsizim artık. Yaptığım iş nedeniyle altımda şirket arabası vardı 1 yıldır. Bir yıldır halkımın arasına toplu taşımaya binmemişim. Tam bir insan zahiyatı. Rezillik başka bir şey değil. Ama dünyadaki türlü türlü insanlarda burada işte. Bugün tramvayda giderken aslında en güzel yazılarımı burada yazdığımı farkettim. Ben bu düşüncelerle ayakta beklerken karşımdaki adam ingilizce birşeyler söyledi bana.. Arada bir, steyşın, yusufpaşa, çenç kelimelerini seçebildim. O an Aksaray'daydık, yılların Amerika'lısı edasıyla ; -nonononononono ( birsürün no yu peş peşe söyleyince insan ingilizce konuşuyormuş gibi hissediyor. ) next sıteyşın - oo tenkyu O an havam süper tabi. Hatta çevremdek

geceyi sever, çünkü;

Resim
Geceye aşık olan insanlar vardır.Karanlığın içinde hiç görünmeden yürümeyi kendine zevk bilir o insanlar. Çünkü o insanlar için; kendi de, kainattaki herkes de moral bozucudur.Kendi de kainatta anlamamıştır kendisini, hislerini... Geceyi sever çünkü karanlıktır. Karanlığı sever çünkü hiçbir şey görmemesini sağlar, kusuru örter. Ve bazen görmektense, görmemeyi ister insan; görecekleri işine gelmeyecekse. Ve gecenin şerri - bazıları için gündüzün hayrından daha iyidir. Yani gecenin üstüne suç yüklenebilir. Gece de insanın kendi gibidir. Batan güneştir ama suçluysa gecedir. Geceyi sever, çünkü; günün bitmesiyle başlaması arasında biryerdir gece... Araftır... Tıpkı kendi gibi. Kiminin bittiği ,kiminin kaldığı, ama aslında çoğunun hep gizlice yürüdüğü o yoldur gece. Böyle geceleri seven insanlar gönlü geniş insanlardır aslında. Ve kainattaki herkesin moral bozucu olmalarının sebebiyse o gönlün değerini hiç bilememeleridir. geceyi sever, çünkü; geceleri uyuyordur tüm sevmedikleri...

Turgut Uyar- Geyikli Gece

Resim
                                                ''Bize bu saatten sonra anca Turgut Uyar'' Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta Her şey naylondandı o kadar Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı. Ama geyikli geceyi bulmadan önce Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk Geyikli geceyi hep bilmelisiniz Yeşil ve yabani uzak ormanlarda Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan Hepimizi vakitten kurtaracak Bir yandan toprağı sürdük Bir yandan kaybolduk Gladyatörlerden ve dişlilerden Ve büyük şehirlerden Gizleyerek yahut döğüşerek Geyikli geceyi kurtardık Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz Bilir bilmez geyikli gece yüzünden "Geyikli gecenin arkası ağaç Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü Çatal boynuzlarında so

Büyümek cesaret ister

Çocukluğumuzdan beri gittiğimiz bir park var. Gerçi eskisi kadar gitmiyoruz artık ama hala yıkılmadı duruyor öyle bizim mahallede. Sonra o parkın tam ortasında, hep top oynamak için kullandığımız bir alanın yanında Atatürk büstü var. Ama önce bir duvar, heykelde onun üstünde. Küçükken tırmanabildiğim en yüksek yer orasıydı. Sonra bir gün babam öldüğünde yine kendimi oraya tırmanırken buldum. Ulan babam ölmüş, ortalık kıyamet, ben koşa koşa evden kaçmışım. Korku insana böyle tuhaf şeyler yaptırır işte. Sanırım o yükseklik beni güvende hissettiriyordu. Gerçi tüm arkadaşlarım atlardı oradan ben hiç atlayamazdım. Yakın zamana dönelim. Geçen hafta iki üç arkadaş oturmuş çekirdek çitleyip çocukluğumuzdan dem vururken, o büstten atlayamamam geldi aklıma. Sonra dedim ki; '' tolga al eline makinayı, büyümek cesaret ister'' Lan iyi böyle afilli konuşuyorum da ne halt edicem değil mi? Bir hışımla tırmandım heykelin yanına. Oradan aşağıya bakarken, ulan diyorum kısacık

Melemenimi yedim vurun beni!

Resim
mevziye yürüttüğüm domates peynirleri taşırken Askerde iken bir komutanım vardı. Önceki yazılarımda bahsetmiştim; askerde aldığım bir ceza yüzünden yazdığım şeyler hala takip ediliyor. O yüzden komutanın adını vermeyeceğim. Neyse, bu komutan Hakkari de ve bir  çok terör bölgesinde görev yapmış, birçok çatışmaya girmiş, birçok şehitt görmüş bir komutandı. Bulunduğumuz karakol zaten Mardin'in en kritik yerlerinden biriydi. Birgün hiç unutmam şöyle demişti bana; -sizin yaşınızdaki çocukları komutan diye başınıza dikiyorlar. Sonra o komutanları getirip böyle kritik yerlerde başınıza koyuyorlar. O ne biliyor ki ne öğretsin size. Bir çatışma çıksa kendini koruyamaz, nasıl sizi korusun? İnsan hakveriyor tabi. Karşındaki adam 20 yıldır asker. Emekli olmasına aylar kalmış ölmemek için gün sayıyor orada. O komutandan bahsetmek istiyorum biraz. Bildiğin deliydi. Psikolojisi bozulmuş adamın. Kolay değil biz 15 ayda kafayı yedik, koca 20 yıl... Farklı bölgeler, hiç bir zaman bir

Müşfik Usta'yı kaybettik

Resim
Mekanın cennet olsun Müşfik Usta. Seni ilk ve son geçen yıl Rumeli de arkadaşlarla rakı içerken görmüştüm. Arka masamda içiyordun sen de rakını. Rakı içen adam rahatsız edilmez diye gelmedim yanına. Ne de olsa bir gün yine görürüm dedim. Şimdi ne kadar dövünsem az. Eski bir filmin var, yeri doldurulmaz. Zuhal Olcay'la Gecenin Öteki Yüzü. Hayatımın en büyük dersini o filmde söylediğin diyalogla vermiştin. Bir de şimdi biz kimden dinleyeceğiz Orhan Veli Şiirlerini Huzur içinde uyu.

Türk'ün Madalya ile İmtihanı

Resim
Madalya bizim neyimize be hemşerim....

İnsan olmak- Kürt olmak

Henüz çocuk yaşlardaydım. Bir gün birinin babama Kürt Zeko diye seslendiğini duydum. Kürt kelimesiyle ilk tanışmışlığım o gün olmuştu. Çocukken insanın aklına pokemon izlemekten başka bir şey gelmez. Aklınızdaki en gaddarca düşünce dışarı çıkıp sapanla kuş vurmak olur. Ki ilk vurduğum kuşu elime aldığımda ağlamış, sonra gömmüştüm bir yere. O günden sonra da hiçbir canlıya kastım olmadı. Yaşım biraz daha ilerlemeye, büyümeye başladığımda insanların bana sordukları sorular değişmeye başladı. İnanın ömrüm boyunca aldığım en çok soru   '' memleket nere'' olmuştur. Ve benim ömrü boyunca insanlara en az sorduğum soru '' memleket nere '' oldu. Zaten yeterince Kars 'lıların ne kadar kötü ve pislik olduğu, adam olmadıkları konusunda bir dünya şey duydum. Sonra bir baktım ki aynısını Bursa'lı içinde söylüyorlar, Erzurum 'lu içinde. İzmir desen toptan Gavur. Gavur neyse artık... İnsanlar sürekli birilerini aşağılamak istiyor. Çünkü ne kada

Bana sorulmuş sorular serisi -3

bu mim olayları zaten başladığında hiç ardı arkası kesilmiyor. uyarmadı demeyin. hah birde her cevapladığım mim'i bir süre sonra silen bir yapım var. böyle gelmiş böyle gider darılmaca gücenmece yok! sevgili çatlak arkadaşım esmacık  mim'e tabi tutmuş beni. bakalım ne sormuş ? Kendimizi kötü hissettiğimizde neler yaparak mutlu oluruz? şimdi sevişirim dicem ama eminim Tolga   bu cevabı vericek. O yüzden ben yine masumane cevaplarımı vereyim :) Uyumayı çok seviyorum ama uyuma yanlısı bir insan değilim. Çünkü hayat yaşamak için var neticede. O yüzden kendinizi az uykuya ve bol sosyalliğe ayırın bence. Tabi ki insan sürekli bir şeyler de yapamaz dinlenmek gerek ama at gibi de yatmayın tek izin gününüzde. Film izleyin kitap okuyun. Bir arkadaşım bana geçen diyor; la oğlum sen film izliyorsun kitap okuyorsunn bloga yazıyorsun bir de geziyorsun it gibi. Allah bilir daha nerler yapıyorsun haberimiz yok amk. Nasıl yapıyosun bu kadar şeyi? Dedim ''geçen gün kaçta kalk

Onca Yoksulluk Varken / Emile Ajar

Resim
Bazı kitaplar vardır ki okumaya başladığınız andan itibaren güzel bir kitap olduğunu anlarsınız. Amanın ortalarında güzelleşir, yok sonu etkilidir tarzında filmlere benzemeyen kitaplardır onlar. Eline kalemi alırsınız ve altını çizmeye başlarsınız cümlelerin. Sonra bir bakarsınız üç cümlede bir çizmişsiniz altını. Öyle bir kitap Onca Yoksulluk Varken... Yazarın esas adı Romain Gary'dir. Kendisi Fransa'nın en ünlü edebiyat olan ödülü  Goncourt Edebiyat Ödülü 'nü kazanmıştır. Hem de iki kez! Bakın bu şaşkınlık belirmemin sebebini söyleyeyim. Çünkü bu ödül yazara ömründe bir kez verilir. Ama o Emile Ajar takma adıyla Onca Yoksulluk Varken kitabını yazıp ikinci kez de kazanmıştır bu ödülü. Kendi adıyla da  Cennetin Kökleri  kitabıyla kazanmıştır. Ve işin en acı tarafı bu itirafı, intihar ettiğinde intihar notunda yazmıştır. Altmış yıl önce gençliğimde, bir kadına rastladım. Beni sevdi ben de onu sevdim. Sekiz ay sürdü bu, sonra ev değiştirdi. Altmış yıl sonra hala aklımda

Bana sorulmuş sorular serisi -2

Resim
Bak şu başıma gelene. Bayadır mimlenmiyordum, ya da mimlenildiğimi farketmiyordum. tıkla Ben kimseyi mimlemem baştan söyleyeyim (: Sorular çok fena yalnız. Başlıyorum Çaresi bulunmayan bir hastalı ğ a yakalandınız ve bunun sonucunda yakla ş ık 1 yıllık ömrünüzün kaldı ğ ını ö ğ rendiniz. Kalan 1 yılınızda ne yapardınız? ımmm- hımmm ( benim meşur at gibi düşünme sesim ) Kritik bir soru.Yapmak istediğim herşeyi 1 yılın içine sığdırmaya çalışırdım ama bunları yapmak için gerekli olanakları bana kim sağlayacak? En azından dünyada her ülkenin başkentine gitmek isterdim. Peki ya sponsor ? Bir de ben kesin ölürdüm la 1 yıldan önce psikolojikman. Ama eğer öleceksem de hep hatırlanmak isterim. O yüzden geri de hatırlanacak bir şeyler yapmak isterdim. Kitabımı ölmeden önce bastırırdım. Zaten tüm iyi yazarlar öldükten sonra anlaşılmıyor mu ? Fobileriniz , takıntılarınız var mı ? Varsa neler ? Benim bütün olayım insanlarla ilgili. İnsanlardan korkuyorum ve insanlara takıntılıyım. Hayvan

Yeditepe İstanbul

Resim
Bütün millete akıl soruyorum, bu kızı nasıl ikna edebilirim diye.. Her denileni anında yapmaya hazırım. Misal; şu elimde bir demet çiçekle geçtim sokakları.. Bir delikanlı için bu ne demektir, sen tahmin bile edemezsin. Buketi dik tutucam diye ömrüm kısaldı ya..
sürekli bir şeyleri yaşayıp, sonra o yaşadıkları hiç bir şeye değmeyerek, her şeyi unutarak, hiç yaşamamış gibi davranarak... İşte koca bir ömrün özeti

Kitapçıda bekleyen adam

Resim
Her yere geç kalmayayım diye acele ettiğimden kendimi hep erken gitmiş buluyorum. Özellikle de yakınlarında kitapçı'nın olduğu buluşma yerlerini seçiyorum.  O arada  beklerken okuduğum bir kitap var. Tülay tanıştırmıştı o kitapla. Tülay'dan da bir ara bahsederiz yine. Çünkü ondan bahsetmek için en güzel kelimeleri seçmek gerek. Hakediyor çünkü. Bir de bir erkeği bekletecekseniz yakınında bu tarz yerler olmalı. Hele ki teknosa tarzı elektronik eşya satan yerlerin önünde yada civarında bekletecekseniz, beklediği süre önemli değil. Gensel birşey sanırım. Bir kızı da mango'nun önünde beklet, geç kalsan da anlamaz o. Vel-hasıl 8. kezdir okuyorum sanırım bu kitabı. Ve ben böyle erken gittikçe tüm buluşma yerlerine o kitabı daha çok okurum gibime geliyor. Siz daha okumadıysanız çok şey kaybettiniz demektir. Kitabın adı: Erken Kaybedenler Yazar: Emrah Serbes

Abla nasihatı

Resim
Ailede 3 tane daha abim olduğu halde özellikle ablamla aram hep daha iyi olmuştur. Abilerle konuşulcak konuları rahatlıkla ablamla konuşmuşumdur mesela. 4 tane de ablam var ama özellikle biriyle diyaloğumuz çok farklı. Ben ona cenıfır diyorum ten renginden dolayı. Gerçek adıysa Filiz. Çok okumuş bir kadın değil ablam. İlkokulu bitirdikten sonra rahmetli babam almış onu okuldan ve çalışmaya başlamış. Babam 2. sınıfta okulu bıraktığı için 5 sene gayet uzun bir süre gelmiş sanırım onun için. Hatta ailede en çok okutulan benim o da 8 yıl. Zaten 8. yılımda da babam öldü. Daha da okutur muydu bilmem, ama ben yine de dışarıdan liseyi bitirdim ve şimdi de AÖF'ye kayıt için ağustosu bekliyorum. Nerede kalmıştık, ablam diyordum. Az okumuş ama çok çekmiş insanlardan o da. Şu hayat okulu denen hurafenin öğrencilerinden. Bazen arada öyle laflar ediyor ki, ben bile okuduğum onca kitapta ve izlediğim onca filmde öyle cümleler duymuyorum. Misal geçen bana şöyle sözler sarfetti; " insanl

Bank

Otuz yıldır aynı banka oturuyorum. Her gün cebimde taşıdığım ufak çakı ile yazdığım o harflerin üzerinden bir daha geçiyorum. Otuz yıldır hiç bir şey değişmedi. Yaşım olmuş kırkaltı... Otuz yıldır seni görmedim, senden haber alamadım ama ben her gün aynı saatte buraya geliyor ve o harflerin üzerinden geçiyorum. Hatta bankta oturan olursa onları kaldırıyorum yerinden. Geçenlerde belediye gelip bank'ı sökmek istedi durumumu anlattım güzelce onlara uzun uzun güldüler. ''Ne gülüyosunuz lan piçler'' diyince de aramızda bir kavga başladı. Neyse ki hemen alt tarafta gecekondu mahallesi vardı da herifler hemen örgütlenip gelmişler ellerinde taşlarla. Söktürmedik bank'ı oradan! Ama bir kaburgam söküldü jop yüzünden. Olsun her savaşta verilecek bir zahiyat vardır. Benimki de kaburga olsun kalanıyla idare ediyorum. Mahallenin kahvecisine maphustan çıkarken '' abi sizin gecekonduları yıkmaya gelirlerse haberim olsun'' dedim, sevindi adam. Bu haklı mücadelemi

Garip Mektuplar Serisi -4 ( Kazım Abi'ye )

Resim
Merhaba diye cümleye başlamıyorum. Selamın aleyküm diyeyim. Malum o taraflarda din daha ağır basar... Kazım diye bir arkadaşım var. Sana hiç benzemiyor ama adını söylediğimde ara ara aklıma geldiğin oluyor. Ölüler nasıl susar iyi bilirsin abi. Öyle susuyorum işte. Yeni nesil ya besmelesiz olmuş yada GDO'dan kaynaklı sorunlar var. Kimsenin kimseyi sevdiği yok. Kimsenin hayatına dikkat ettiği yok. Nerede eğlenirim nerede popüler olurum derdinde insanlar. Dışı marka içi turşu dolu hepsinin. Ortalık kız tavlamak için gitar çalmayı öğrenen denyolarla dolu ve onlara kananlarla... Herkes hayatını bulmaca gibi yaşıyor. Aşk iş ve ev üçgeninden hangisi eksikse ilk fırsatta tamamlamaya çalışıyor. Hiçbirimiz işimizden memnun değiliz ama mecburuz. Lanet olası kapitalist düzen! En fenası da birbirini sevmediği halde birbirine alışan o kadar insanla dolu ki İstanbul; '' sevmesem öyle kolay çekip gitmek / yaralı bir kuş gibi'' Beni soracak olursan, şu aralar çok zor döne

Garip Mektuplar Serisi -3 ( ilk aşkıma mektup )

Bir insanın ilk'i olmak zor iş. Çünkü senden önce hayatına kimse girmediyse birinin, hep en güzelini yaşatman gerekir ona. Çünkü bir adı var ''ilk'' Şimdi düşünüyorum da sen bir başkasındasın, sonra senin ne düşündüğünü düşünüyorum. Böyle manyakça huylarım var benim biliyorsun. Her zaman ayıkken düşünülüp sarhoşken söylenen sözleri hep içmeden söyledim. Sen de arsızsın ben diyeyim çatlağım. Ama sana güzel sözler de söyledim zamanında nankörlük etme. ''Gözlerine o kadar uzun uzun bakmamın sebebi arsızlığımdan değil cennet arayışımdan '' dediğimde Shakespeare ile boy ölçüşen biri olarak görmüştün beni. Neyse... Düşünüyorsundur diyorum; ilk onu öpmüştüm, ilk o çiçek aldı bana, ilk o seni seviyorum dedi, ilk o elimi tuttu, ilk onu özledim, sonra yine ilk ona kavuştum... İlk beklentim oydu mesela, ilk ondan mektup bekledim, ilk ondan mektup geldi bana. İlk o şiir yazdı, ilk o şiir okudu o göl kenarında. Bunları düşünüyorsundur değil mi ? Sen bunları

Garip Mektuplar Serisi -2 ( Mısırdaki dedeme mektup )

Mısırdaki Büyükbüyükbaba'ma ( bu büyükler ayrı mı yazılmalı acaba? ) Sevgili dede, geçen kapı'nın zili iki kere çaldı. Ömrümde ilk defa böyle bir olaya şahit oldum. Normalde evim tek odalı olduğu için daha ikinci zil çalmadan açarım kapıyı. Pencereden dışarı bakıp ''kim o '' diye sorma huyumda olmadı hiç.Çünkü ev çift cepheli ve benim oturduğum daire dışarıya değil de karşı binadaki dairenin mutfağına bakıyor. Sırf o lanet olası mutfak yüzünden evin güneşlikleri hep çekili. Güneş varken de yokkende hep çekililer. Çünkü gencim ve yeri geldiği zaman çıplak dolaşmak istiyorum. Karşı dairenin de böyle bir manzaraya rastlayıp iştahları kaçsın istemem. Ama güneşlik varken de hayat çok zor be. Evde kendimi kapana kısılmış gibi hissediyorum. Bildiğin hücre amk! Bu amk lafını da çokdüşünme. Bizim cenerasyonun '' lanet olsun'' gibi birşeyi. Neyse, zaten güneşliği de kim icat etmiş anlamam. Bence güneşliği icat eden adamın, '' güneş girmeyen eve

Eski Zamanlarda Fotoğraf

Resim
Neden hep eskiler daha bir güzel gelir insanın gözüne? Çünkü hep birşeyler çoğalacak ve hep birşeyler az kalıcak eskide. Yeşillik azalıcak binalar çoğalıcak misal. O yüzden Eski İstanbul resimleri insanın gözüne güzel gelicek. İnsanlar çoğalıcak en basiti. Kalabalıktan bıkacağız zamanla. Sevdiklerimiz gidecek sevmediklerimiz çoğalacak. Bu yüzden hergün bir öncekini aratacak... Sene 1991-92 falandır sanırım. Eh o zaman fotoğraf makinesi sahip olmak lüks iş. Fotoğraf çektirmek bir ömür kalsın diye yapılan bir amaç. Sırf bu yüzden belli ki ma'aile hepimiz bir nevi giymişiz bayramlıklarımızı. Gerçi o gün bayram mı değil mi onu da bilmiyorum. Bu günleri tam hatırlayan biri yok ailede. Ama solda cıgarasıyla babam durur. Annemi almış kalp tarafına. Küçük kızını avucunun içiyle sevmeyi, sever. Ablam dünyanın en güzel kızıdır çocukluğumun. Abim desen zaten şaklabanın teki, şimdi bile aynı. Ben mi ? şaşkınım işte her zamanki gibi... Emrah Ateş

Biraz tebessüm

''Kimi sevmeye cüret etsem kendime küçük geldim'' Y. Erdoğan ''Hayat çok adaletsiz be!'' diye sabahın köründe bir cümle yazasım geldi. Sebebi de durmadan dinlediğim yeni türkü parçaları olabilir. Bilmiyorum müziğin öyle bir gücü var ki, senin o anki halini tamamen değiştirebiliyor. ''Unuttum gitti'' dediğin şeyleri birden su yüzüne çıkarıyor. İşte böyle zamanlarda ben aslında kendimi tanımakta güçlük çekiyorum. Verdiğim kararlarlar savaşıyorum sürekli ve en sonunda hep '' hay s*keyim böyle hayatı ya'' deyip kaldığım yerden devam ediyorum hayatıma. Bu iyi geliyor bana... Blogda genellikle hayatın dramatik yanlarını yazıp duruyorum. Bu o kadar çoğaldı ki artık bloga da birşey yazmamaya başladım. Çünkü okuyanları sıktığını düşünüyorum. Benim yüzümden birilerinin yaralarının kabuğu kalkıyordur mesela, içi acıyordur, eski sevgilisini hatırlıyordur sonra o da güniünü ' hay s*keyim senin gibi yazarı'' diyerek b