Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

karpuz ve rakı kokusu

Televizyonun karşısında babam. Babamın önünde kırmızı ufak bir masa. Babam ufak bir tabureye oturmuş. Tabure beyaz. Kırmızı masanın üzerinde babamın rakı bardağı. İçi dolu. Babamın eli rakı bardağında. Bardak babamın ağzına yönelir. İçine çeker o beyaz acımsı suyu. Sonra sağ elinin tersiyle ağzını siler bir tane de karpuz atardı ağzına. Babamın çalışmaktan çatlamış elleri- alnı geniş- alnında çizgiler- saçları ak, geriye doğru - saçları sık sık... Televizyonda o an Kemal Sunal’ın filmi vardır büyük ihtimal. Onun filminin olduğu gün çok mutlu olurdu. Çok gülerdi o adama. Bir gün evine eşya taşıdığını ve karısıyla tanıştığını anlatırdı hep. Çok dert yanardı Kemal Sunal ile tanışamadığına. Sigaradan sararmış devrimci bıyıkları rakı ve karpuz kokardı. Öpmesinden bilirdim. Ama karpuzu ben çok sevdiğim için alırdı. Yoksa eminim ki kavun alsa daha iyi giderdi rakıyla. Çok da iyi karpuz seçerdi. Bıçağı batırdığı gibi yarılırdı ortadan. İlk parçayı her zaman ben tadardım. ‘’ Nasıl tatlı mı ?

Fakirler ölmesin

Resim
                                                          mardin 2010 Önceki yazılarımda ara ara bahsediyorum askerlik anılarımdan ve orada yaşadığım zorluklardan. Güzel yanları da oldu tabi ama insanın 15 ay boyunca sosyal yaşantısından, ailesinden ve iş hayatından uzaklaşmasına karşı oldum hep. Bir de eli daha oyuncak silah tutmamış kişilere silah verilip ölüme yollanması da zaten akıl karı iş değil. Hani soruyorum ya hep, vatanı koruyanları kim koruyacak diye, mevzubahsim yine o... Malum bedelli askerlik çıkıyor. Zenginler ve ağaların oğulları zaten araya bazı hatrı sayılır kişileri sokarak rahat askerlik yapıyor. Eee şimdi de para verip hiç yapmayacak. Oldu mu bu ? Vicdan-ı red konuşuluyor bu günlerde. Başından beri de derim yapmak isteyen yapsın askerliği istediği kadar. Devlette güzel bir para versin geçinelim gidelim. Diğer ülkelerde olduğu gibi... Zorunlu silah tutup kurşun sıkmak, bir gece karanlıkta ölelim diye davul zurna ile uğurlanmak yalnız bizim ülkemizde var

Sahi neyin şehidi oldu Uğur ?

Resim
mardin 2010 Tezkereme yakın vakitlerdi. Sanırım ocak ayı. Komutanımla beraber pusuya çıkmıştık. Bir huyu vardı, sık sık cebinde çekirdek taşırdı. Adam sigara kullanmıyor haliyele normal bir durum. Birde yaptığın meslek ordu mensubu olmak. Vatan mı koruyacaksın aklını mı koruyacaksın karar veremiyorsun. Ki zaten bu yüzden bir süre sonra hepsinin psikolojisi altüst oluyor. Kolay iş değil sürekli emir vermek- emir almak. Neyse flash tv'yi seviyorum snrım ben. Haber bültenlerinde o kadar hayatın içinden şeyler gösteriyorlar ki bazen... Yani ne bileyim ara mahallelerde islediğinde hassiktir diyip kanal değiştirdiğin ama aslında olan olaylar... Yani o sürekli insanların çıkıp birbirilerini bulmaya çalıştıkları bir program var ya, ne kadar iğrenç olsa da gerçek oradakiler. Bir de adamlar ney kullanıyorsa savaş da olsa ne zaman baksam hep bir halaydır gidiyor kanalda anlamadım gitti. Konuyu uzattık yine... Bir asker öldü geçenlerde. Tezkeresine 5 gün kala... Haberi kanallar

Son zamanlarda...

Resim
                                                                  - moda sahili Bu aralar sık sık kendimdeki değişimleri gözlemliyorum. Eski arkadaşlarla konuştukça '' yahu sen çok değişmişsin'' deyip duruyorlar. Peki nedir bende ki bu değişim pek bilmiyorum aslında. İnsan kendinde değişen şeyleri göremiyor, kendine dışarıdan bakmadığı için . Ama yine de ufak tekef bazı şeylerin ben de farkındayım. Örneğin daha az kitap okuyorum. Sahaflara gidip kitap satıp, oradaki adamları muhabbetlerimle esir almıyorum. Taksimdeki Leman'a daha az gidiyorum. Daha az buzlu limonata içiyorum. Daha az geziyorum, daha az şiir yazıyorum. Daha az aşık oluyorum en önemlisi de. İnsanların gözünün içine daha az bakıyorum. Daha sık yargılıyorum insanları ve kendime daha çok bahane buluyorum mutlu olmamak için. Cesaretimi ve içimdeki romantizmi yitirdim sanki. Önceleri biri gelip de bana yahu sen nasıl birini seversin dediğinde cevap olsun diye cebimden fazıl hüsnü dağlarca şiirleri çık

şimdi ben bunları neden mi anlatıyorum

Resim
                                                          2009- dolmabahçe- tebessüm Şimdi bir türkü dinliyorum. Çok uzun süredir dinlememeye ve söylememeye yemin ettiğim bir türkü. Ama bozdum işte tövbemi bir eylül akşamında... Cengiz Özkan'dan- bir ay doğar çalıyor şu anda. Nasıl da anılara büründüm bir bilseniz. 2006 yılında adam akıllı aşık olmuştum birine. Ayrıldığımız gün onun gözlerinin içine bakarak içimden bu türküyü söylemiştim. Kendi kendime '' madem soysuz gönlün bende yoğudu niye doğru yoldan şaşırttın beni '' dedim. Çok şey söyledim içimden ama o hiçbirini duymadı. Öyle gençtim ki gurur aşktan öte geliyordu o zaman. Hayattaki en büyük pişmanlıklarımdan biri bana uzattığı kağıda bakmadan fırlatıp atmamdı. Ne yazıyordu acaba ? Kendimi o an Kadir İnanır filminde gibi hissetmiştim çünkü. Hani Murathan Mungan diyor ya; bazen ona bişeyle yazarsın.yazar silersin yazar silersin . o hiç birini okumamış olur ama sen hepsini söylemiş olursun - diye öy

içimizdeki şeytan

Resim
Onu ben çocukluğumdan ilk rüyalardan tanırım yalnız yürüdüğüm zaman odur arkamdaki adım onun korkusu içimde ürkek bir dünya yaratan… ömer haykırır gibi tekrarladı; ‘’ evet evet onun korkusu… içimde bu ürkek dünyayı yaratan onun korkusu… bu ben değilim. Ben başka bir şeyler olacağım… yalnız bu korku olmasa… hiçbir şeyi bana tam ve iyi yaptıramayacağına emin olduğum bu şeytandan korkmasam…. Sayfa 53 bu arada şiirlerimin olduğu blogu demiştim değil mi; sairinsharfi.blogspot.com

erken kaybedenler

Resim
Polisiye romanları ve Behzat Ç'den tanıdığımız Emrah Serbes- ki kendisinin adaşım olması benim için büyük bir mutluluk-; yeni kitabı ( yeni dediğime bakmayın 1 yıl olacak neredeyse ) erken kaybedenler de ergen zamanlarında yaşayan çocukların hayata da erken atılımlarını anlatıyor. Kitabı Behzat Ç'nin büyük hayranı olan bir arkadaşım hediye etmişti. Türk tv dizileriyle pek aram olmadığı için, daha doğrusu televizyon başında pek zaman geçirmediğim için hiç izlemedim Behzat Ç'yi. Şu anda bile tek takip ettiğim dizi var o da leyla ile mecnun. Aslında erken kaybedenler'i de bu denli sevmemin nedeni leyla ile mecnun dizisi ile aynı. Sebep; doğallık... Kitap okuyucuları olarak genellikle okuduğumuz kitapta hep çetrefilli, altını çizecek sözler ararız. Ama kitap okumak da müzik dinlemek gibidir. Bir süre sonra sözlerini unuturuz sadece melodisi aklımızda kalır. Kitapta da bu böyle. Bir süre sonra karakterleri dahi unutursun, giriş- gelişme ve sonucu kalır aklında. Bir de h

gizemli olaylar yazı dizisi 2 ( serçe )

önceden çok sık yazıyordum bloga, ama benden kaynaklanan bir sorundan dolayı ( sanırım ) bloguma sadece belli kişiler yorum yapabilir. ben bile kendi bloguma yapamıyorum. ayrıca başka bloglara da yapamıyorum. çözümü bilen varsa mail atsın. yoksa böyle ayda bir yazarım anca. çünkü önceden bir iki yorumda olsu okunduğunu bilmek daha bir şevk oluyodu insana. böyle duvara yazıyormuşum gibi biraz. ama olsun bir arkadaşım ben okuyorum mutlaka benim içinde olsa yaz demişmti ya yazalım o zaman.neyse konumuza dönelim llkokula gittiğim zamanlardı yine. oturduğum gecekonduya doğru ilerlerken tam bahçe girişinin önünde yerde bir serçe bulmuştum. sırtüstü yatmış ama hala nefes alıyor. o kadar ufak bir hayvandan o kadar şiddetli kalp atışı nasıl oluyor anlamıyorum kimi insanlar yaralıı hayanı hemen öldürme taraftarıdır acı çekmesin diye. bu kişinin iyi olduğundan mıdır cani olduğundan mıdır hala anlamış değilim? fakat ben öyle yapamadım tabi. evde tezgah üstünde gördüğüm hamam böceğini bile öldü

Komunist misin lan sen!

Resim
usta birliğine ilk gittiğim gün. Mardin. Bir transit dolusu adam karakoldan içeri girdik. Tek sıra halinde karakol binasının önüne topladılar bizi. Perosedürü az çok ezberledik artık. Herkes çantasını önüne bırakacak, içindeki eşyaları çıkaracak, telefonu elektronik cihazı var ise delikanlı gibi teslim edecek yada şansını deneyip saklayacak. Ama yakalatırsa da verilen tehtidlere hazırlıklı olacak... Aynen öyle oldu tabi ki de. Ben elimde kocaman bir bavulla gelmiştim. Önüme gelen astsubay valizin yarısından kitap çıkardığımı görünce bir şaşırmıştı tabi. Direk '' Hangi okul mezunusun ?'' diye sordu. Gönül isterdi ki harvırd - kenbiriç falan diyeyim ama öyle olmadı. . '' ortaokul mezunuyum '' dedim, şaşırdı... Neden şaşırıyorsa artık. Yani zamanında okumak isteyipte okumadığım için hevesim kursağımda kalmış olamaz mı ? Neyse tam o sırada daha ileride olan karakol komutanı; '' bak hele şu çocuğun kitaplarına ne üzerineymiş diye seslendi

ölmek

Resim
sene 2010 Mardin gece 03:00 suları ben ve birkaç arkadaşım nöbette bekliyoruz geceleri 12 saat nöbet- üstümüzde çelik yelek 8 kilo başımızda mifer1.5 kilo hani yeni doğan çocukların kafası durmaz; bir o yana- bir bu yana düşer ya öyle bir hal almış kafamız gizlice dinlediğimiz bir radyo var, o da olmasa sabah olmaz birden tepenin ardında duyulan silah sesleri... işte o silah sesini duyana kadar ne bulunduğumuz yerin kritikliğine ne de birgün ölebileceğime inanmamıştım belki de inanmak istememiştim ama sonra ne kadar cesur da olursan ol ne kadar gelsinler taaa amına koruz hepsinin desen de o tatlı canın yok mu bir an düşündürüyor seni ya bu  tarafa da geldilerse ya gelip sıkarsa şimdi biri ? belki de göremiyecem bile kimin vurduğunu belki sırtımdan girecek bir kurşun eee sonra ? daha 20 yaşındayım lan buradan çıkıcam birini sevicem bir iş bulucam hayal kırıklıklarım olucak- mutluluklarım olucak kızım olucak adı yaren oğlum olucak adı çınar daha fazla şiir

doğum günü yazısı

hani insanın ailesinde bazı karakterler vardır yaşça senden büyük olsa da bir türlü dilin varmaz yanına abi ya da abla takısı yakıştırmaya çünkü sen onu hep kendin kadar yakın görmüşsündür ama kalbinde hep büyüğün olduğunu da bilmişsindir. zaman ne kadar geçerse geçsin çevrendeki insanların hepsi büyür hepsi yaşlanır ama bir tek o yaşlanmaz çünkü sen zaten onu kendinden büyük iken benimsemişsindir o yüzden o hep senin gözünün önünde aynı kalır belki gidip tüm gün boyunca dertleşmemişsindir ya da başın sıkıştığında arama gereksini mi de duymamışsındır ama hep sanki her an yanındaymışsın gibi hissetmişsindir. bazı insanlara derdini açamazsın sırf derdine dertlenmesin diye işte öyle biri olmuştur senin için ve zaman aktıkça her yıl senden bir yıl daha uzaklaşmayacak; yaklaşacaktır. nice yıllara kuzen iyi ki varsın hiç eksik olmayasın.

'kars peyniri güzeldir; kars peyniri sensin aşkım

dün gece ablam sahura kaldırdığında bir baktım ki gözleri yaşlı '' tamam  kızım ağlama- uğraştırmıcam bir daha seni bu kadar kalkmak için'' dedim. o da ''yok be salak ne senin için ağlıcam film izleyeyim dedim sahura kadar şu incir reçelimiymiş neymiş onun dvd si vardı çekmecende onu izledim'' -eeee ''ya film çok acıklıydı ona ağlıyorum'' dedi film hakkaten güzel bir film hatta şahane izlediğim en güzel türk sinemalarından bir tanesi ve hafızamdan hiç çıkmayacak ama insanın ablası bir film yüzünden dahi ağlıyorsa ister istemez gıcık oluyorsun prodüksüyona çocukluğumdan beri ailenin hep güldüren kısmı olmayı alışkanlık edindim o yüzden vazifemi üstlendim ve '' kars peyniri güzeldir; kars peyniri sensin aşkım'' dedim ablama artık film yüzünden değil benim esprim yüzünden gözleri doluydu çünkü istiyorum ki çevremdeki insanları gözleri yalnızca mutluluktan dolsun. böylesi daha iyi... çünkü bu film kim bil

balkon

Ne mutlu balkonu olana! B Bizim evin balkonu yok; ne yazık... Ama sağolsun eş dost var arada gece misafirliğe çağıran. İşte o güzel insanlardan birinin balkonunda yazıyorum yazımı. Uzun zamandır da pek bir şey yazmıyordum zaten. Anca bir iki güzel cümle hepsi bu. Çünkü şu zalım sıcak varya onu bile aldı benden. Ne hareket etmek ne de yerimde durmak istiyorum. Sürekli ne yapayım diye düşünürken bir de bakıyorum gün bitmiş ve uyumalıyım. Ama uyuyamıyorum da malum sıcaktan dolayı. Of çeke çeke sabah ediyorum. Belki de bu yüzden daha çok seviyorum kışları. Çünkü soğuk havada üst üste giyer ısınırsın ama sıcak havada üst üste çıkarsan da fayda etmez.Ne bileyim üşüdüğünde sevdiğine sarılırsın falan en azından. Yazın sarılmayı da istemezsin; terlersin çünkü. Misal yazları koluma girip kışları elimi tutan bir kız arkadaşım vardı benim. garip tabi ki... Ama balkon iyidir işte. Duvara bakmaktansa bir açıklık görmek huzur verir her zaman. Hele ki askerden sonra iyice bir nefret eder oldum kar

perde kalktı ( balkon taşının üstündeki rakı )

Resim
ÖNEMLİ; bu laflar özellikle bu müziği dinlerken okunsun hissedilsin diye yazılmıştır. dinlemeyeceksen okuma!. Eğer dinleyeceksen bu mereti balkonda dinleyeceksin hiç olmadı çatıda düz ayak dışarıyı gören bir yer olacak yani içine çekeceğin temiz bir hava olacak yaşayabilmen için İlla ki boğazı görmesende olur sokakta oynayan çocuklar olsun hiç olmassa yada caddeden geçen arabaların sesi bölsün müziği en fazla ama hemen karşı apartmanda komşunun kızına sevdalanmışsan daha iyi gider bu meret gözlerini dikersin perde kalkar umuduyla hiç yoksa öyle bir sevdiğin ilk kaybedişini getir aklına ilk sevdiğin kadını misal nasıl da bırakıp gitmişti değil mi kahpe seni küfret işte ona arkasından ya da yok yok küfretme sen iyisimi gülüşüyle hatırla onu hayatında yok madem bari düzgün olsun hatırası ama kulağında gitmesin müzikten bak şu an çalan perdesiz gitarda arayışın senin sen farketmiyorsun ama orada ölmüş sevdiklerinin ruhu var biraz daha versen kendini ağl

Rubai 41-60

Şu testi de mutlak benim gibi biriydi Bir güzele vurgundu o da elbet dertliydi Kim bilir garibin belki boynundaki kulp da Sevgilinin öpülesi beyaz eliydi... Ömer Hayyam

mındar

hani soruyordu ya birisi sen ciğercilerin kedisi ben sokak kedisi olur mu bu sevda diye olmuyor galiba çünkü iki gönülün bir olduğu yerde ellerinde ateşlerle bekler hainler samanlığın kapısında.

Deli Deli Olma

Resim
Kars'ın bir köyünde geçen sıcak bir hikaye. Sanki başka bir dil konuşurmuşcasına uzak ama o kadar da bizim insanlarımız... Rus kültürü ile yoğrulmuş Mişka ve onun köy yaşantısına sessizce kattığı piyanonun ayağına bağlamnış ineklerin görünümü kadar komik... Çok sevmesine rağmen kendi yemeyip mendil içinde sakladığı kazs etini hasta Mişka'ya ikram eden küçük Alma gibi umut dolu bir hikaye... Kars-tan eşsiz manzaralar, hoş köy lehçesi ve ''ciğerli'' insanların öyküsü...

Yazı Olayına Neden Başladım

Şiir yazmaya ilk önce ilkokulda verilen bir ödev sayesinde başlamıştım. Sonra ödevim sevilince şiir yazmaya karar vermiştim. Daha sonraları; yani kendimi çocukluğumda çirkin bulduğum utangaç zamanlarımda kızların şiir sevdiğini farkettim; kızları sevdim; şiiri sevdim. Sonraları hayat kazık atmaya başladı bana. Önce babam en büyük kazığı attı ölerek; ağlayamadım yazdım. Ben ağlayamadıkça yazdım; kelimeler gözyaşım oldu; yazmayı sevdim. Sonra büyümeye başladım; insanlara şiir yazdım... Kimisi sevdi ,kimisi sevmedi ama ben yine de şiirlerimi sevdim. Yarışmalara katıldım başarısızlıklar aldım; büyüdüm ve ben yine yazmayı sevdim. Bir süre sonra dönüp baktım ki konuştuğumdan çok yazar olmuşum. Ve öyle ya da böyle yazarken var olmuşum. Sanal alemde şiirlerimi ilk yayınlamaya başladığım da henüz 16 yaşındaydım ve o zamandan bu zamana bir çok sitede şiirlerimi yayınlamışım. Her yer darmadağanık olmuş anlayacağınız. O yüzden artık kendi şiirlerimi burada; yani kendi sitemde yayınlamaya

düğünlerdeki takı olayı nedir nasıl olmalıdır

Çcukluktan beri hepimiz, her düğüne gidişimizde en çok takı anından sıkılmışızdır. Çünkü müzik kesilir, ortalıkta bir kızılayın yemek dağıtması gibi bir kuyruk vardır ve bu dakikalarca sürer. Yetmezmiş gibi bir de mikrofonu azına ne kadar yaklaştırsa o kadar sesinin güzel çıkacağını zanneden birisi sürekli kimin ne taktığından bahseder ve mebla yüksekse alkış ister. Tabi ki biz o aralar çocuk olduğumuz için bunları pek farketmez ''ne diyo la bu'' diyerek masaların altında koşturur, ucuna lastik bağlı balonu bir ileri bir geri vurur dururuz. Yıllar vardır ki o balondan hiç görmedim. Büyüyünce insana nlıyorki bu takı takma olayı hem dünyanın en güzel hem de en kötü olayıdır. Sebebine gelince; Dünyanın en güzel olayıdır diyorum, çünkü; yeni evli bir çifte her iki tarafında eşi, dostu, arkadaşı bir şekilde yardımcı olmuş olur. Çünkü evlenenin borcu olabilir ,ihtiyacı olabilir, bir şey alacak olabilir, tatile çıkacak olabilir v.s. Ama bizim milletimiz olayı her zaman i

sadece dumanın görünüyor ( askerde yazdığım ilk şiir )

Uzaklarda bir yangın oluyorsun sadece dumanın görünüyor körükle geleyim istiyorum olmuyor alevin yavaş yavaş sönüyor bir yangının sönüşü ilk kez bu denli acı oluyor hani aşk yanmaktı ya sevdiğim bile bile kendimi ateşe atmak istesemde olmuyor... sen uzaklarda sönüyorsun sadece dumanın görünüyor.... 28 12 2009 bilecik söğüt not: http://www.dailymotion.com/video/x9y921_jivan-gasparyan-erkan-ogur-fuad_music bunu da dinlemeden ölmeyin derim ben.

okuyun ve farkına varın. çünkü; taşı toprağı AVM İstanbul'un

Resim
Önceden taşı toprağı altın dı İstanbul'un Şimdi ise taşı toprağı AVM olmuş. Bazı şeylerin olması güzeldir. Fakat biz neden bu kadar bokunu çıkarıyoruz anlamış değilim. Alışveriş merkezleri birçok yönden kullanışlı. hazır park alanı istediğin herşeyi bir bina içinde bulabilme imkanı yazın serin, kışın sıcak gibi Ama şu şekilde sıralamaya kalkarsak; demirören cıtys cevahir profilo astoria metrocıty kanyon saphhire Bunlar taksim'den levent'e uzanan bir araç yolculuğunun sol camından yansıyan binalar. Bakırköydeki, Beylikdüzü'ndeki ve Büyükçekmecedekilerden bahsetmiyorum bile. Bir de şu avm olayındaki en sevmediğim olay şudur; Bakın her şeyin bir binada olmasına karşı değilim fakat şu sabit fiyat olayı beni delirtiyor. Yine her şey bir binada olsun, ama iş hanı tarzında, esnaf abileriminzin, kardeşlerimizin olduğu, pazarlık yapabildiğimiz, yani; paramızla rezil olmayacağımız yerler olsun istiyorum. Başımdan geçen ufak bir olayı anlatayım

Çocukken inandığım şeyler

vesselam sağolsun yine mimlemiş beni mim kadrosunda var olmak benim için sevindirici bir durum blog aleminde hiç olmazsa biraz atraksiyon oluyor. insanlar birbirleri hakkında merak ettiklerini şu mim olayı sayesinde biraz daha öğreniyor sanırım mim sorusu Ben Küçükken .... Sanıyordum ! Hepimizin Küçük Yaşlarda İnandığımız Saçmalıklar Vardır.. Fazla Şeyler Yazmamıza Gerek Yok 3 Tane Yada 5 Tane Yazsak Kafidir :) demiş ben bu soruyu yine egzantirik cevaplarımı birkaç öykü halinde vereyim 1- radyo ufacıkken kendim gibi ufacık bir radyo vardı evde. kocaman vitrinin içinde pek de afilli olmayan, tek kaset çalma yeri olan birşey. ve annem her ev kadını gibi onun üstüne de örmüştü bir dantel. ve ben radyonun içinde hep birileri var zannederdim. yani karınca kadar insanlar radyonun içinde sırayla şarkı söylüyo zannediyordum 2- televizyondaki öpüşme sahneleri yalnız sanata çok saygılı ve düşkün bir toplum olduğumuzu belirtmeliyim. çünkü bizi hep çocukken öpüşme sahnelerinde - yo

Baba Olmak Zordur

Resim
Ömrümde bu kadar üst üste korna sesini duymamıştım henüz. Yolda giderken çalan kornalar bir düğünün işareti değildi. Acı acı çaldığı belli oluyordu. Araçların sıkıştırdığı yolda bir adam korna çalan aracın yanından koşarak araçların camlarına vuruyor ve bağırıyordu Yolu açın- yolu açın diye Belliydi ki sesinde bir hüzün bir öfke bir korku vardı. Elinden gelse eminim ki tüm araçları tek tek bir köşeye fırlatırdı. Sonra acılı araç hastanenin önünde durduğunda soluk soluğa kalan adam aracın içinden genç kızı çıkarıp kollarının arasına aldı. O çelimsizlikj ve yorgunlukla o kızı nasıl taşıyabiliyordu hayret. Ki belliydi vücudu zangır zangır titriyordu. Sonra gelen sağlık görevlileri genç kızı sedyeye bindirip içeri doğru götürürken adamın artık takati kalmamıştı. Tüm o günün yorgunluğu bir anda üstüne çöken adam iki dizinin üstene düşmüştü. Ve ben o mesafede gözlerinden akan yaşıda, ihtiyar yüzündeki o acıyı da, ve dudaklarından dökülen o iki kelimeyi; -canım kızım-ı da duymuş

Mucit annem

     Gece konan bir eve, gece konan bir aileydik. Kaldığımız ev  uzuncasına bir evdi. En solda kapısı vardı. Benim dolabım kapı olmuştu eve. Kapıyı açınca dolabıma girerdim sanki. Kapıdan ilk girdiğimde buzdolabı karşılardı beni, tam karşımda...  Solda ince uzun bir  tezgah. Tezgahın altına annemin yığdığı kuru bakliyatlar. Tezgahın üstünde yeşil bir piknik tüpü. Tüpün üstünde kaynayan bir tencere. Tencerenin başında annem. Anenmin saçları kızıl. Boya da değil, kına yakmış saçına. Yoksa tamamen bembeyaz. Yüzü kilosundan dolayı şişmiş. Göbeği var her daim. Eli belinde dolaşmayı sever hamile kadınlar gibi. Elleri çatlak yaşlılıktan. Saçlarını eşarbıyla kapamış. Eşarbında gül oya... Benim çocukluğumu anlattığım öykünün bu bölümünde annemin 7 yaşmdayken gözümde nasıl göründüğüdür. O  anne öyle ki başkasının çocuğunu öz çocuklarından daha fazla sevecek kadar annedir. Çünkü esas olanın doğurmak değil bakmak olduğunu bilir.  E vde kalan son bir tabaklık çorbayı bana verip kendisinin çiğ

Bir ilişkide uğurlama merasimi ne kadar önemli olabilir ?

Bir ilişkide uğurlama merasimi ne kadar önemli olabilir ? Bir ilişkide erkeğin en büyük görevlerinden biri kız arkadaşını sağa sola uğurlama merasimlerindeki takındığı tavırdır. Bence seven adam kızı bir araca bindirdiğinde o araç ortalıktan kaybolana kadar bakar. Bunun nedenini şu şekilde açıklayabilirim Hatun kişiyi örneğin minibüse bindirdiğinizde kapının önünde beklemenizin en büyük sebebi, aracın içindeki diğer potansiyel tehlikelere göz dağı vermektir. Kız araca binerken o kızın arkasından süzülüşüne değil de, aracın içindeki kişilere sertçe bakar. Bu bakış ‘’ kızın bir yavuklusu var lan bakmayın oyarım ‘’ demenin bir başka yoludur. Bir de garibim erkek, aracın orada beklerken acaba hatun kişi dönüp bakar mı endişesine kapılır. Erkeğe sorsan '' kız dönüp bakıyorsa hala beni düşünüyor yani beni seviyor '' der. Hatun kişi ise dönüp bakmakla bakmamak arasında kararsız kalır. Çünkü dönüp baktığınde eğer erkeği minübüsün oralarda ona bakıyorken görmezse aracın

resimler ve yaralar

‘’Geçmiş ölüler tarlasından kendi yarasıyla o günden beri bir fotoğrafın yası tutulur’’ der Metin ve Kemal Kahraman... dünyanın en güzel müziklerini yapan insanlardır kendileri. biz hep mutlu anlarımızda resim çekilir mutsuz olduğumuz zamanlarda bakıp o anın yasını tutarız. Sevdiğimizi öperken resim çekiliriz ve ayrıldığımızda bakar hüzünleniriz mesela. O yüzden insanlar mutluyken çekilir fotoğraf, mutsuz oldukları anı başkaları resmeder. resimler de kabuk bağlamış yara gibidir. Ne kadar acıtmasa kesik, akmasa da tenimizden kan, üzerine kabuk bağlamış olsada yara, sadece yaraya baktığımızda hatırlarız bir önceki günün acısın,,, Düştüğümüz günü, yaramızın açıldığı günü, yaraya baktığımızda hatırlarız. İşte o zaman yara acımaz belki ama içimiz acır, sızım sızım sızlarız. İşte her resim bu yüzden hem yar’dır hem yaradır.. Bir yara gibi zamanla kabuk bağlar; kapar anının üstünü. Biri gelir ‘’ yeter artık gül’’ der ve flaşlar patlar. Ne kadar güzel gülsekte, biz o resme baktığımızd

seksenlerin sonlarında doğduysanız

Büyümek zor iş. Hele ki benim gibi seksenlerin sonlarında doğduysanız yani aile kavramının, gençlik kavramnının, aşk kavramının gerçekten de değişik olduğu zamanlarda doğup büyüdüyseniz, hayat sizin için hala çok gariptir. -Aile çay bahçesi yazdığında kapıda, yalnız gelsem almazlar sanırdım çocukken- der: Zeki Kayhan Coşkun. Çok da doğru der bence. Ki ben Allah-tan sonra en çok babadan korkulan, gece geç vakitte gelirsem kırılacak bir çok kemik korkusuyla dışarda duramayan, bir aile yaşantısının içinde büyüdüm.. Ama babam büyük adamdır çok taktir ederim. Çünkü hiçbir vakit; boğazımızdan lokmamız,ı başımızdan çatımızı eksik etmemiştir. Allah razı olsun... Çocukken bana hiç şort giydirmemiştir mesela. Yaşıtlarım şort giydiğinde ben pantolonla gezerdim. Babam da her şort giyme isteğim karşısında -ne lan o bacakların kız gibi meydanda- der, izin vermezdi. Oysa ki benim yaramazlığımdan, sürekli düşüp biryerlerimi kanatmamdan dolayı, çıplak etim direk düşünce betonla temas etmesin, bari

sabahattin ali ile konuşmak

soru Nasıl bir felakettir bu? Hangi matamatik problemine sığar; Bunca kalabalıkken, Bunca yalnız kalmak... Emrah ateş cevap "insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar. hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden herşeyi bırakıp kaçarlar. muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gidecekti. bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o za

Geçmiş ve gelemeyen üzerine

Eski şarkıları daha çok seviyorum Çünkü bana geçmişi hatırlatıyor. Oysa ki insanlar pek sevmez geçmişi hatırlamayı. Çünkü bir şeyi ilk hatırlamaya çalıştığımızda acı zamanlar ilk sırayı alır. Gözlerimiz dolmadan dudaklarımız istemez gülümsemeyi. Vücut yapısı işte böyle lanet bir metabolizmaya sahip. Halbuki hiçbirimiz bir saniye sonrasını bile bilemeden yaşarız. Tek bildiğimiz şey geçmiştir. Genellikle ‘ ’geçmişi bir tarafa bırakıp yeni bir hayata başlamak ‘ ’gibi cümleler kurar dururuz, kendimizi tatmin etmek için. Oysa ki başaramayız. Çünkü geçmiş olmuştur ve bu yüzden gerçektir, kalacaktır... Her aynaya baktığımda kendime şunu söylerim – buradaki aynaya bakma kelimesi tamamen kelimeyi sevdiğimden- ‘’çektiğin şeyleri boşver ne de olsa atlatmışsın’’ . Ve şu anda şu aynada kendini görüyorsan ve belli bir olgunluğa sahipsen yaşadığın acılar sayesindedir. Hadi bakalım sen mi büyüksün anılar mı? Bence hepimiz bunu yapmalıyız. Yani geçmişi bir yana bırakmak değill de geçmişi kabu

beton zemine ıslak yazı

Birgün kaldırımları ıslak bir sokaktan yürürsen, davranma hemen şemsiyene. Bakma sakın gökyüzüne gökkuşağı bulurum umuduyla. Yağmurdan değil kaldırım taşlarının ıslaklığı, ne de halı yıkayan teyzelerin hortumundan akmış suları. Yağmur yağsa toprak kokar bu şehir. Halı yıkanmış olsa sabun kokardı kaldırım taşları. Bu şehre güneş doğmaya küsmüşken, senin ki ne cüret! içinde yeşertmissin umutları... Kaç tane gözü yaşlı sigara bırakmışsın arkanda. Kaç tane kül tabağında yarım bırakılmış hayat. Ve kokusunda esaret var küllerin, bir kibritin alevine tutsak. Sen içimde gözlerim gözlerine tutsak. Prangalar giydirmişken kirpiklerime alnımdaki çizgiler volta atar yüzümde. Emrah Ateş 2009

d.n.s.- dangalakları neden severiz -

bu aralar içimde garip bir hüzün var. nedendir bilmiyorum. her şarkıda biraz daha durgulanıyorum. ama ansızında neşeleniyorum. sanırım ruh halim bu aralar ergenliğe giren yeni yetme çocuk gibi. kim ne tarafa çekse o tarafa gidecek. oysa ki ben hep iyi bir insan olmak istedim. kendi dns ayarlarımızı da düzeltsek ve daha kolay yaşayabilsek keşke. yasak olan sevdaları açabilsek böylece. sevdiğimizin ne uzaklığı ne yaşı ne de başka bir şeyi umrumuzda olsa keşke. Şans diye birşey vardır dünyada; doğru. ve hep derler ya şansını kendin yaratırsın diye; yok abi böyle birşey. yaratmak Allaha mahsustur.  o şansı yaratır biz farkedemeyiz. işte Allah ile aramızdaki en kötü uçurumda budur. ben bu aralar kendimde dnsyi keşfettim. D.N.S. yani Dangalakları Neden Severiz sendromu. Allah yeryüzüne sevelim diye onlarca kişi yaratmışken biz en dangalaklarını severiz çünkü. kimine göre de dangalak bizizdir orası ayrı. ama kimse benim pişirdiğim yemek kötüdür demez. biz ise hep tuzunda, ba

Ah senin gibisi yok İstanbul.

Resim
Askerden İstanbul'a ilk geldiğimde en çok zoruma giden şey; metrobüse akbilimi bastığımda yazan 1.95 rakamıdır. Yok abi böyle birşey ya. Birde neymiş sadaka verir gibi 4. durakta indersen oradaki makinalardan 30 kuruşunu geri alıyorsun. Tamam, insanın 30 kuruşa mecbur kaldığı zamanlarda oluyor. Birden bire '' yetersiz bakiye '' gibi cümlelerle karşılaşmanıza da sebep olabilir ama bu kadar da pahalı olmak zorunda mı bu yol hizmetleri. Bir de metrobüste aktarma olayı flaan da yok ha. Nedir yani arkadaş jaguar'a mı akbil basıyoruz. Nedir bu hırs bu hava. Bildiğin ''büs'' işte. başına metro eki geldiğinde ne oluyor ki sanki. peki bizim saatlerce metrobüs kuyruklarında beklememizin iadesini kim verecek. o kadar zamanımız heba edildiğinde hiç bir cihaz o amanı geri vermiyor bize. sonra bir metrobüs bozulmayagörsün. çat! yol iptal abi saatlerce kalıyorsun. bir allahın kulu da çıkıp '' yahu arkadaşlar..'' yahuyu da geççtim ; &#

Kış İkindisinin Evinde

Resim
Bana aşık olduğunu sonradan anladığım biri hediye etmişti bu kitabı çok masumane geliyor değil mi kulağa ama aşık olanın bir erkek olduğundan bahsetmedim tabi ki homofobikj bir insanımdır biline! Neyse Kürşat Başar'ın Haldun Taner Öykü Ödülünü aldığı Kış İkindisinin Evinde kitabından bahsetmek istiyorum. Daha bitiremedim kitabı. Çünkü kitabın başlarında konu içerisinde okuduğum şu cümle ile kapattım kitabı ve hala cevabını düşünüyorum. Bulduğumda okumaya devam edeceğim... Zaman geçince ne olur; büyürüz... PEKİ MUTLU MU OLURUZ ? düşünün...

Ömer Hayyam

Resim
Askerde iken okuduğum en güzel kitaplardan biridir Semerkant... Hep merak ettiğim bir ikişi üzerine yazmıştır kitabını Amin Maalouf Ömer Hayyam'ın hayatını anlatır kitabında. Ömer Hayyam kimdir ? Yeni nesil belki de en çok Ezel'de Ramiz Dayı'nın okuduğu şiirlerinden ve Hasan Sabbah ile yaşanan olaylarından bahsederken tanımıştır onu. Gerçi hangimize okulda öğrettiler ki Ömer Hayyam'ı ? Bazılarına göre Ömer Hayyam hala alkol ve kadın düşkünü bir ateisttir. Oysa ki alakası da yoktur bu durumun. O sadece yobazlığı sevmemiştir ve Allah ile insan arasına kimsenin girmemesi gerektiğini savunmuştur. yoksa neden  böyle desin ? Rahmetin var, günah işlemekten korkmam; Azığım senden, yolda çaresiz kalmam; Mahşerde lutfunla ak pak olursa yüzüm Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam. der Ama her bilim insanın yaptığı gibi Tanrı'yıo sorgulamayı da ihmal etmemiştir o; Var mı dünyada günah işlemeyen söyle: Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle; Bana kötü deyip

Tuvalet kapısı yazıları

Resim
Bu kapıların ardında neler yazıyor bir bilseniz ? aslında güzel bir blog ismi de olabilirdi bu başlıktan iyi bir blog kurulabilirdi yani neyse ben açmayacağım bu blogu açan açsın bu başlığı ve yazıyı yazmamın sebebi sabah askeriyenin tuvalet kapısının arkasında gördüğüm yazılardır! insanların kafası gerçektende en çok tuvalet ve banyoda çalışıyor sanırım malum tuvalette gazete keyfi denen birşey de vardır ama bunlar askeriyede biraz değişik oluyor her 5dk. da bir '' hadi kardeş çık artık'' türünden cümleler duyabileceğin için fazla kalamıyorsun haliyle... Çocukken cami tuvaletlerinde karşılaştım ilk bu yazılarla ziyadesiyle iğrençti Efendime söyleyeyim '' şööyle yapmak için şu numarayı ara '' gibi erotik yazılar ve çizimler.. Ve çok merak edip aradığım numaralarda olmuştur :) Zaten başıma ne gelirse meraktan gelir hep ya hayırlısı bakalım. Acemi birliğinde özellikle bu tuvalet arkasına yazılan yazılar yüzünden çok süründüm. Aske

Askerden dönmek...

Resim
selam blogcanlar Askerliğini yapan bilir KTM ( karargah toplama merkezi )diye rezil bir yer vardır doğuda askerlik yapannların can güvenliğini sağlamak içindir ama ruh güvenliği konusunda kimse tedbir almamıştır. Asker kardeş teskeresine 5-10 gün kala oraya gönderilir orada bir yatakta 5 kişi yatar dışarda soğuktan bekler sürekli ota boka iştimaya girer bulaşık yıkar içmediği sigaranın izmaritini yerden alır ve askerliğin son noktasında hay senin askerliğinin diye başlayan cümleler kurar. doğuda askerlik yapan bir kişnin askerlği ne kadar iyi geçerse geçsin en sonunda bunu dedirtir KTM. oysaki o batıda 2 saat nöbet tutan kardeşinin aksine günde 12 saat nöbet tutmuştur terorist yuvasında yatmıştır koğuş yerine soğuğunda sıcahında kaymaklısını görmüştür eğitimin en hasını almıştır ama 150 lira fazla para almakla avunabilmiştir sadece. işte bu kardeşiniz KTM'de geçen 5 günün ardından Ankaraya cumartesi ayak bastı.  TSK REHABİLİTASYON MERKEZİ'E( GAZİ HU

Ve sonunda teskere

Resim
sonunda bitti. acısıyla tatlısıyla 15 aylık askerlik sona erdi. teskeremle uçak arasında bir kaç saatlik bir sürede anca gezebildim Mardin'i. buyrun size bir iki fotoğraf. EFSANE GERİ DÖNDÜ! askerliğimin bitimine son 15 gün kala ceza yiyip saçlarmı 3 numaraya vurmasalardı( bana verilebilecek en kötü ceza oydu çünkü) herşey daha iyi olabilirdi. mardin müzesi( askere beleş ) eski mardin ( kilise ) gözlerinizden öperim.

5 şubat'ta Ankara'da- 7 Şubat'ta İstanbul'da

Resim
selam blogcanlar yine bir milli eğitim bakanlığının düzenlediği AOL sınavı sponsorluğunda çarşıdayım. ne kadar değerli olduğunuzu bildiğinizden dolayı '' vay efendim ilk sizin için internete girdim v.s. '' diye konuşmayacağım yine. artık askerliğim bitmek üzere 5 Şubatta ANKARA'DAYIM 7 şubatta da İSTANBUL'DAYIM. ( ankarada ki ve istanbuldaki blogcanlar görüşmek isterseniz sevincimden havalara uçarak kabul eylerim ) Ankaraya; hem vefa borcumu ödemek, hemide İstanbul'a varmadan biraz gezinmek için gideceğim. Sonrasında evde ıspanaklı börek ve çay beni bekler :) Gidişim suskun oldu ama dönüşüm muhteşem olacak. Yeni anı ve yazılarla, planlar ve şiirler ile geliyorum Büyüklerimin ellerinden Yaşıtlarımın yanaklarından Küçüklerimin de gözlerinden öperim. Blogunuzun entel süpermeni. atarsa 19