Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Osmanlı ile Osmanlıspor’u karıştıranlar*

Resim
Abdülmecid Efendi Köşkü’nde Koç’un üstlendiği bir sergi var. Bu sergide geçtiğimiz hafta sonu bazı ziyaretçiler ve gruplar olay çıkardı. Olay ise şu; “ne demek efendim Osmanlı Padişahının evinde böyle sikli, götlü heykeller, resimler falan. Ayıp be, günah be! Koskoca padişanın ardından yaptığınıza bakın” demişler. Şimdi birincisi Abdülmecid padişah değildi. Ecdatseverlerin önce şunu öğrenmesi gerekiyor. Osmanlıspor’u tutmak kolaydır ama tarih bilmek zordur. İkincisi, evinde neden nü sergi var diye avaz avaz bağıranlar Abdülmecid’in bizzat kendisinin yaptığı tablolardan zerre haberi yok belli ki. Üstelik Abdülmecid hem yabancı dil bilgisi, hem spora olan merakı ve sanata olan tutkusuyla çok aydın bir insandı. Bu bağıranlar eğer o dönemde bağırsaydı yerlerdi falakayı. Size Abdülmecid’in kendisinin yaptığı birkaç eseri göstereyim efendim: -Bakın bunun adı; "Haremde Goethe" Göte diye de okunur ama götlükle falan alakası yok yanlış anlaşılmasın. Tablodaki kadının elinde tuttu

Kendimi Yalnız Hissettiğim İlk Gün

Resim
Yalnızlıkla ilk tanıştığım günü hatırlıyorum. İlkokula gidiyordum. Sınıfımızda Meltem adında bir kız vardı. Onu hiç sevmedim. Ama nenemin kızkardeşinin torunu olan Yunus ile aynı sınıftaydık ev Yunus da Meltem’in süt kardeşini seviyordu. Yunus en yakın arkadaşım olduğundan dolayı ve ilk aşık olma hakkını o kullandığı için, benim de aşık olacağım insanın kim olacağını gösterme hakkı ona doğmuştu. Aksi halde durmadan kavga ettiğimiz okul çıkışlarında birbirimiz korumazdık. Yunus’la her tenefüste Gamze ve Meltem’i takip ederdik. Arada döner bir bakış atarlar, sonra yürümeye devam ederlerdi. Bizim onlardan hoşlandığımızı anlasınlar diye sürekli 0.5 uç isterdik, tahta kalem kullandığımız halde… Sonra benden bir mektup yazma fikri gelmişti. Romantik ruhum ilk o zaman meydana çıktı. Üç ortalı kareli matematik defterinden bir sayfa kopardım. Pardon iki sayfa kopardım. Çünkü bir sayfa kopardığında birbiriyle bağlantılı diğer sayfa da haliyle kopuyordu. Sonra kağıda kocaman SİZİ SE

Davetsiz Misafir

Genelde uzun süre girmediğim bir eve girdiğimde hissederim; o evin dinlencesini bölmüşüm gibi olur; tozlanmasın diye üstü örtülen bardaklar, bozulmasın diye üstüne pike çekilmiş televizyon... Sanki uykusu bölünmüş bir çocuk gibidir. Çeşmeyi açarsın, canı yanarcasına bağırır ilkin, akmaya alışana kadar çığlık atar. Ne bileyim, yazmak insanı delirtiyor dedikleri bu olsa gerek. Deliriyorum... emrah ateş

Ali'ye Açık Mektup

Resim
Kendi gölgemizde kayboluyoruz Ali Kardeş Sen öldüğünden beri her şeye tutumumuz değişti. Gaddar olduk. Dur darılma hemen. Kızma da. Olmamız gerekiyor artık. Gerçekler acı Ali.  Gülüşünün altındaki o acıklı öyküyü hepimiz biliyoruz. Ne kadar şansız olduğunu biliyoruz. Ekmek satan adamlara “vurmayın” dedin vurdular Ali. Ekmek satıyorlar lan ekmek! Nimet lan bu. Nasıl yaptılar bunu sana?  En zor meslek olan doktorluğu bile sırf parası iyidir diye yapan, Allah’ı olduğunu iddia eden ama Hipokrat Allah’sız diye, verdiği yemini tutmayan bir doktora denk geldin bu koca dünyada.Bir insan nasıl bu kadar vicdansız olabilir?  Bu dünyada güzel türküler söyledik ve sakin durduk da ne oldu be Ali. Kimse ölmesin diye, insanlar nefes alsın istedik de ne oldu? Baktık ki herkes devlet, devlet bencil, devlet öldürüyor, kimse kimsenin umurunda değil Ali anlayacağın.  Sen yine de bizi boş ver. Bizden bir cacık olmaz. Senin hakkını arayan çocukların terorist olarak ilan edildiği bir ülkenin ço

Yanlış Meslekler Seçiyoruz

Biz en büyük hatayı kendi kariyer planlarımızı yaparken, daha doğrusu yapamazken yaptık. Aşçı olabilecekken gidip afili meslek gruplarına kendimizi adadık. Hayatımızı hep büyük şehirlerde geçirecekmiş gibi planlıyoruz. Sonra da büyük şehirlerden sıkılınca küçük şehirlerde yaşamamıza yetmiyor üzerimize giydirilen meslek… Sen, sosyal medya uzmanı iken, insan kaynaklarında işe alımcı iken, otomasyoncuyken ya da ne bileyim buna benzer işler yaparken, Muğla’nın bir ilçesinde nasıl hayatına devam edeceksin? Bizi tarlamızdan, ekmeğimizden, mahrum koyan düzene küfretmek lazım aslında. Doymak için paraya mecbur bırakan bu düzeni… Hepimiz büyük şehirlere sıkışıp kalmışız. Herkes o kadar mutsuz ki bunun farkında bile değiller. Yıllardır bu şehirde kurtulmaya çalışıyorum ama başaramıyorum. Ben o berber dükkanındaki çıraklığımı hiç bırakmayacaktım. Yanlış yaptım. Emrah Ateş instagram: zekocannn twitter: zekocann

Aşina Değiliz

Resim
AŞİNA DEĞİLİZ Telefonu açtığı anda sesini duymayı beklemeden konuşmaya başladım; “Lan niye açmıyorsun telefonu? Sabahtan beri seni arıyorum; iki kelimelik derdimiz var anlatalım dedik onda da ulaşamıyoruz sana. Kullanmayacaksan niye aldın bu sıçtımının telefonunu!” Konuşmamı buz gibi bir ses tonuyla böldü; “Babam öldü!“ Yürüyerek sürdürdüğüm telefon konuşmama olduğum yerde çakılı bir şekilde durarak ve susarak devam ettim. Neye şaşırsaydım acaba, babasının öldüğüne mi yoksa bunu bu kadar rahat söylediğine mi? Yüzümdeki gereksiz gülümseme gitmiş yerini ziyadesiyle gerekli bir mahcubiyete bırakmıştı. İki kere yutkunduktan sonra ‘’Neredesin şu an?’’ diye sordum “Hayat Meyhanesi'ne gel” dedi. Yolda bir anda aklım başıma geldi. Ersin’in babası zaten yıllar önce ölmüştü. Birden öyle babasının öldüğünden bahsedince aklım çıktı tabi, zaman kavramım kaydı; anlayamadım. Peki o halde neden öyle bir şey dedi bana? Sinirlerim tepeme çıkmıştı. Meyhanenin sokağına girerken “B

Adı Sidi ama C ile yazılıyor Cidi diye

Resim
Vizontele’nin ilk çıktığı zamanı hatırlıyorum da, korsan cdler meshurdu o zaman. Herkesin evinde degil bilgisayar Vcd Player bile zor olurdu. Ablam almıştı bir tane ondan; senetle. Böyle kredi kartları da yok tabi cart curt alamıyorsun hiçbir şeyi. Belki de güzel olan oydu, daha az borçlanıyordu insan.   Bizim dayıoğlu Sefaköy’de korsan cd satardı, sonra telefon işine girdi, daha sonra da kaçak sigara derken büyüttü isleri dükkan açtı kendine. Velhasıl ondan aldığımız Vizontele cdsini takar takar izlerdik deli gibi. Ben sırf Vizontele’yi izleyebilmek için sürekli ablamlara gider kalırdım. Bir dizinin yeni bölümü gibi izlerdik her defasında. Birazdan güleceğimizi bildiğimiz halde yine de gülerdik malum sahnelerde. Şaşırmamaya şaşırıyorduk en fazla ama mutluyduk bu durumdan. Ben annemi sürekli “ anne duvarı yıkmışlar” diye kandırır, annem de her defasında ağıt yakmaya hazır bir kadın edasıyla elini kafasına götürür “booo hangi duvarı yıkmışlar” diye sorardı. “Hadi duvarı yıktız ba
Aşkın en güzel tanımını  Proust yapmıştır arkadaşlar; “Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geriye dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.”
Can Yücel ‘e bir üniversitede öğrencinin biri soru sorar; “Neden okuduğumuz bütün şairler erkek? kadınlardan iyi şair çıkmaz mı?” diye Can Yücel şöyle cevap verir: “Biz şiiri sikimizle mi yazıyoruz, ne bileyim ben…”
Usulca yaklaştı yanıma. Elimde tuttuğum (sanki başka neremle tutacaksam) Yannis Ritsos kitabına baktı, önce kapağını inceledi, sonra fiyatına baktı. Birkaç saniye düşündü. (büyük ihtimalle fiyatını) Sonra içini açtı kitabın (kendinin değil), sanki en son yapılması gerekilen şey oymuş gibi… Dünyanın en doğru cümlesinin kuruyormuş gibi devam etti “Ben şiir sevmiyorum ya!” Bu cümleler bir kitaptan alıntı değil. Belki ilerde yazarım öykülerimden birine ama bunlar gerçek ve benim çok sık karşılaştığım bir gerçek. Bizim insanımız şiir sevmez ama sevgilisinden iki bayat söz duyduğunda ayılır bayılır. Herkes kültürlü zeki insanlarla beraber olmak istiyor ama kitap okuyor diye vatsapta yazdığına geç cevap verince tribe giriyorlar falan filan. Neyse ya ben bunu bir hikayeleştireyim, belki bir iki kişi kurtarırım...  Emrah Ateş twitter: hikayeadami instagram: hikayeadami

Şimdi size fevkalade şeyler anlatacağım

Resim
Bir kitabı kitapçıda bulamıyor olmanız o kitabın kötü olduğu anlamına gelmez. Her yıl binlerce kitap basılıyor malum, ama kitabı çok satanlara girsin diye ilk baskısını aynı hafta kendisi alan yazarlardan bahsedecek miyiz? Metrobüsteki tutunma yerlerinden tut da üniversite bahçelerine kadar parayı basıp reklam verenlerden? Hadi onu geçtim, DR'den çoksatanlar raflarını satın alan yayınevlerinden bahsedecek miyiz? “Dosyan güzel ama instagramda tivitırda takipçi sayın az, takipçi kas, sonra tekrar değerlendirelim,” diyen o büyük yayınevlerinden niye kimse bahsetmiyor? Bana Allah yeter deyip Allah'a koşan yazarlar, niye hala ulaşamadılar Allah'a? Bunları sorgulayacak mıyız? Kitabın üzerine 1. baskı ile 25. baskı ibarelerini aynı anda koyup piyasaya süren yayınevlerinden ben bahsettiğimde kimse siklemiyor beni. İlk baskısı 3bin olduğu halde üzerine ilk baskı 50bin yazanlar da var. Ben biliyorum peki ya siz? Valla kimse kusura bakmasın, bir kitaba ulaşmak isteyen,

DUYURU

Hayır arkadaşlar; Herhangi bir Victoria Secret (ya da secretme) mankeniyle ilişkim yok. Teşekkürler

Müsvedde

Çalıştığım ofiste müsvedde kağıt hareketi başlattım. Şirket çok büyük olduğu için tabii ki benim bu tasarrufum onlar için sinek sesi kalacak ve duymayacaklar bile.  Ama ben bunu şirket daha çok para kazansın diye değil, daha az kağıt gitsin diye uyguluyorum. Şirketin değeri 4 milyar dolar neticede. Adam kendi başına ülke kurar, ağaç eker onları A4e bile çevirir. 5 yıldır bu şirketteyim(evet henüz başka iş bulamadım) ve son 6 aydır bu müsvedde olayını uyguluyorum. Daha önceleri aklım neredeydi bilmiyorum:( Müsvedde dediğim şey ise; daha önceden arşivlenmiş bir yüzü boş kağıtlar oluyor. Sonuç; bu zamana kadar o kadar kağıdı müsvedde'ye çıkarıp zaten en başından hata etmişim. Binlerce kağıt haybeye yazılmış ve klasörlenmiş! Daha kağıtların çeyreğini bile kullanamadım. Bu haybeye harcayışı kendimce kısmak için artık her boku tablolara kaydedip arşivlemeye çalışıyorum. Ama esas sorun şu; bu kadar arşivi zaten bir gün lazım olursa diye yaptık ve bu kafadan çıkamıyoruz. Malum, veri u

Tamer Yiğit'in kız kaçırma mevzusu

Resim
ilknot: Bu yazı Kaybolandefterler/Zine (e-dergi) nin 4. sayısında yayınlanmıştır En öndeki adamın adı Tamer Yiğit. Soyadı gibi Yiğit bir adam. İnternette biraz bakın görürsünüz, Kenan İmirzalıoğlu’ymuş, Burak Özçivit’miş falan palavra. Akabinde hemen gerisinde duran İzzet Abi. İzzet Günay. Yanındaki de tabii ki sultanımız Türkan Şoray… Bu karenin olduğu filmin adı “Çalınan Aşk” diye geçiyor Yeşilçam tarihimizde. Hatta Türkan Şoray’ın iki farklı karakterde oynadığı ender filmlerden biridir. Dahası, Sadri Alışık da filmde kötü adam karakterinde. Biraz ezber bozan bir film anlayacağınız. Gerçi beceremiyor kötü adam rolü yapmayı. O ne yaparsa yapsın benim için Balıkçı Kazımdır her zaman. Başka ne oynasa bir beden büyük gömlek gibi kalıyor üstünde. Esas mevzuya gelecek olursak eğer, Tamer Yiğit rahmetli babamın eski bir arkadaşı olur. Babam Küçükçekmece’deat arabası ile meyve satarmış eskiden. Otomobiller hakgetire tabii o zamanlar. Babam o kadar çok para kazanıyormuş ki, bir

Kemal

En son seçimde sandık görevlisiyken sınıfa yaşlı bir amca geldiydi. Bir tek kapıdan içeri girişini gördüm. Yalnız başınaydı; kim getirdi bilmiyorum. Elinde ufak bir baston, konuşurken, dururken hatta yürürken titriyor; zar zor girdi kabinin içine, bastı mühürünü, sonra da attı kutunun içine. Durdu karşımda dik dik gözlerimin içine bakıyor. “Hayırdır, amca,” dedim. “Beni asansöre kadar bırak bari,” dedi. (sanki tanıyormuşum gibi) “Ayıpsın amca,” dedim. Tuttu ellerimi bir kızın elini tutar gibi, asansöre yürüdük beraber.  Bu noktada onu bırakıp gitmem lazımdı ama elini elimden çekmedi. Ses etmedim bindim ben de asansöre; iki kat indik aşağıya. Okulun girişinde basamaklar olduğu için bu defa da benim içim elvermedi “gel merdivenlerden de indireyim,” diyerekten devam ettik.  Aradan 10 dk. geçti biz amcayla hala el ele yürüyorduk. Zaten kanımda ısınmıştı amcaya, siyasi konuşmalar, ulusalcılık falan havada uçuşuyor. Oyunu da büyük ihtimalle CHPye vermiş, adı Kemal'di zaten.  Ev

Yaş 35 yolun neresi ağam?

Resim
Uzun yıllardır hayalini kurduğum bir şeyi bu sene başarmıştım; yurtdışı tatili… İlk kitap Hayat Meyhanesi sayesinde İtalya’dan edindiğim arkadaşım beni İtalya’ya davet etti beni. Kendisi iki kitabımın da kapağinı çizen kişidir bu arada.  Çizimleri için instagram adresini veriyorum; çok iyidir ve sipariş alır sizden  https://www.instagram.com/tolgaozasil/ İtalya ile ilgili anlatacak çok şey var. Ama bugün bahsetmek istediğim şey şu; Verona sokaklarını arşınlarken duvarlardaki ölüm ilanlarına çarptı gözüm. Tolga’dan tercümesini istediğimde bana afişin üzerindeki ihtiyar insan fotoğraflarının yanında  “erken kaybettik-daha çok gençtin- seni özleyeceğiz”  türü şeyler yazdığını söyledi. Fotoğrafa bakıyorum, “yaş 70 iş bitmiş.” Ama Avrupa’da hiçbir şey Türkiye’deki gibi olmadığı gibi, bu bile öyle değil! İnsanların kafasında, ihtiyarlık, emeklilik türü şeyler yok. Bizim insanımızın durumu bellidir; 55 yaşına kadar çalış, emekli ol, sonra emeklilik maaşını alırken bir iş daha yap

Bir yaza(n)rın çevresindeki insanlardan duyduğu üstünzeka ürünü espriler

Bir yaza(n)rın çevresindeki insanlardan duyduğu üstünzeka ürünü esprileri ve istekleri sıralamanın vakti geldi sanırım. Yazan çizen dostlar bana katılacak mı diye merak da ediyorum hani -kitabını sikeyim(rohahahahah) (kutsal kitaba küfretmeyince günahtan kurtulduğunu zannetmek sorunsalı) -bunu da yazarsın artık yeni kitabında (herhangi bir olay olunca) -kitap yazmaya benzemiyor bu iş di mi (herhangi bir işte zorlandığında) -beni de yazsana kanka kitabında (en yakın arkadaş itemi) -milletten duyuyon duyuyon yazıyon sonra ( en azından seni dinleyen birini bulduğuna sevinmen lazım bence ) -sen kitap çıkardıktan sonra çok değiştin ha (değişmedim, tahammül seviyem azaldı) -sen yazar adamsın güzel bir şeyler söyle de göndereyim hatuna (yazık) -kitabını hediye etmezsen okumam kanka ( batsın öyle kankalık) -imzalamazsan okumam(imzasız kitap okumayanlar kulübü) -kitabını aldık ama bir gelip imzalamadın (evlere servis için arayınız 0543 557 62 … ) -bana özel bir şeyler imzala içine

SONRA

Resim
Annem'e... Sonra; Doktor gelir, O’nun öldüğünü söyler. Ani bir şok geçirir ve ağlamaya başlarsın; etrafındaki kadınlar bayılmaya başlar, onlarla ilgilenirsin; Ailenin erkeği sen olduğun için (varsayım) önce birinci derece akrabaları arayıp tek tek telefonda O’nun ölüm haberini verirsin. Karşı taraftan fenalaşma sesleri, bazen de saçma sorular gelir. “Ciddi misin sen, şaka mı bu?” diye sorarlar, sanki ölümün şakası olurmuş gibi. İşte tam da o an anlarsın insanın içinde gizli kalan umudu. Kötü olan her şeyin bir şakanın ardında yok olacağını zannediyor insan böyle zamanlarda. Oysa her şakada bile bir gerçek payı varken, gerçekler nasıl bir şakaya bürünsün ki?   Haber vereceğin kişiler nedense hiç bitmez. Elindeki telefonun rehberindeki isimlerin çokluğuna şaşırırsın. Bu kadar çok arkadaşın olduğuna, akraban olduğuna, O’nun çevresi olduğuna… Bir düğüne çağırılacak insandan daha çoktur genelde bir cenazeye çağırılacak insanlar. Senin telefonla aramaların sürerken, seni a

Barış Bıçakçı

Resim
Internette çok sık rastladığım hatalardan biri de Barış Bıçakçı muptelalarının Seyfi Teoman'ı, O zannetmesidir. Bunun sebebi tamamen internetteki bilgi kirliliği. Ama esas sorun, gorselin olduğu haberi kisilerin okumuyor oluşu. Seygi Teoman'ın Barış Bıçakçı'yla tek alakası onun kitabını sinemaya uyarlayan yönetmen olmasıdır. Yakın zamanda da kaybettik o güzel insanı. Ama ben size Barış Bıçakçı'nin fotoğrafını da buldum tabii.(şapkalı olan) Emrah Ateş twitter: hikayeadami instagram: hikayeadami 

Katile Açık Mektup

Kızın var mı senin? Yahut bir baban, kardeşin. Ya da çok yakın bir arkadaşın var mı? Hiç biri yok değil mi? Varsa eğer, hepsi suçlu bu yangında. Sen elinde ateş, otele giderken, oteldekilerin de bir kızı olduğunu düşündün mü? Metin Altıok’u yakmaya çalışırken Zeynep adında bir kızı olduğunu biliyor muydun? Öyle ki Altıok’un hayattaki tek telaşı kızını büyütmekti. En güzel şiirlerini ona yazacaktı. Sen bir babadan ne istedin? Karikatürist Asaf Koçak, oteli yakmaya çalışırlarken, insanlar korkmasın diye mızıka çalıyordu. Bir insan nasıl bu kadar cesur olabilirdi bunu hiç düşündün mü? Ateş tutan mı daha cesurdu mızıka tutan mı? Sen hiç ömründe bir enstrüman çaldın mı? Eline kağıt kalem alıp da aslında hiç sevmediğin karına tek güzel bir söz yazdın mı? Dışarıda tekbir çekip oteli yakmak için girenler aynı zamanda oteli yağmalarken, pencereden fırlatılan hangi ölüm kokulu eşyayı aldın da götürdün evine. Hangi acıdan su içtin? Niye bağırdın ki sen “ gaz olsa daha iyi yanar” diye?
Enis Sipahi isimli bir arkadaş, Amerika'da burslu okuduğu okulda yaptığı konuşmasında enfes bir cümleyle seslenmiş arkadaşlarına: "Lütfen kendimize şunu soralım; sonunda para olmasaydı yine de aynı şeyi yapar mıydık?" Eeee ne diyordu Hayyam: Baharlar yazlar geçer sonbahar gelir; Ömrümün yaprakları dökülür bir bir; Şarap iç, gam yeme, bak ne demiş bilge: Dünya dertleri zehir, şarap panzehir.

Sait Faik’in Yalnızlığı

Resim
Sait Faik’in Yalnızlığı not: Bu yazı Arka Kapak dergi Ocak sayısında yayınlanmıştır.  -Abası Yanık “Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yol­lar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer le­keler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil sac­larını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuş­ları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi…”  diyor Sait Faik, Son Kuşlar’da; sanki bu günleri yıllar önce görmüş gibi… “Sanki”si fazla aslında, görmüş besbelli… Belki de, Burgazada’daki evinin tavan arasından İstanbul’u izlerken fark etti çok sevdiği İstanbul’un çirkinleşeceğini… Şimdi pencereden baktığımda ay bile görünmüyor nicedir. Yüksek binalarla dolu şehrimiz bir Turgut Uyar şiirini yalancı çıkarıyor ne yazık ki; “göğe bakamıyoruz.” Sait Faik doğduğunda, bir geleneği daha yaşatmış ailesi, babasının adını koymuşlar onu