Kayıtlar

Aralık, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Çay soğur, kitap soğumaz

Makarnanın porsiyonuna 20-25 lira para verip 1 kitaba yahut edebiyat dergisine 10 lirayı çok görmemelisin bence. Taksim’e çıkıyorsun misal, gir Aslıhan Pasajına, orada 3 liraya bile kitap bulursun güzel kardeşim. Dışarıda çayın bardağı minimum 3 lira zaten. Üstelik çayın ömrü iki dakika iken kitabın ömrü sen okuduktan sonra senin yaşın kadar.  unutmadan, çay soğur kitap soğumaz! Bahaneleri bir kenara bırakın. Evet, çok pahalıya kitap yok mu? Var. Lakin neye göre pahalı? Bunu neyle kıyasladığınıza bağlı… sigara yemek kıyafet alkol Ucuz olan hiçbir şey yokken ve sen her şeye bu kadar çok para harcarken, en son edeceğin laf kitaplar olması lazım. Şimdi o üzerindeki tommy t-shirti ve cebindeki iphone telefonu yavaşça masanın üzerineki starbucks içeceğinin yanina bırak.  Emrah Ateş twitter: hikayeadami instagram: hikayeadami 

Her Şey Sermaye İçin

Bir çok insana göre dilencilere bakış açım benim daha değişik. Çünkü bana kalırsa dilenmek dünyanın en zor işlerinden biri. Yani “elin kolun var git çalış” diyoruz ya, çalışıyor aslında. Bir  vicdan-ı sömürü sektörü ne bağlı bir iş koludur dilencilik. Ve bu işte başarılı olan kişiler değişik taktikler uygular. hastane raporu- ölümcül hasta sakat numarası- ya da gerçekten sakat bir şeyler satar gibi yapmak- ama satmamak Bana kalırsa sevgilisiyle otururken zorla çiçek satmaya çalışan teyzelerdense dilenmek daha iyi. En azından para vermeyince beddua edip gidiyorlar. Ve abicim çiçekçiler genelde yanındaki sevgilin değilse geliyorlar. İnsana durduk yere kendi akrabasıyla ya da arkadaşıyla aşk başlatmaya çalışıyorlar. Ayıp yahu. Bir keresinde kızlı erkekli bir masada oturuyoruz, çiçekçi geldi; sağımda bir kız solumda bir erkek var. Direk bana geldi ha, çünkü insanların gözlerinin içine bakarak konuşuyorum sürekli. Kadının gözünün içine gülümseyerek “yok ablacım burada herkes arkadaş” d

Anı Koleksiyoncusu

Resim
Neden hep eskiler daha güzel gelir insanın gözüne ? Çünkü hep bir şeyler çoğalacak ve hep bir şeyler az kalacak eskide. Az olan değerlidir arkadaşlar! Yeşillik azalacak, binalar çoğalacak misal. O yüzden eski İstanbul resimleri insanın gözüne güzel gelecek. Bu boktan İstanbul’un halini bile arayacak ileride çocuklarımız. Soğuk sitelerinde elinde tabletle torunlarımız büyürken, şuan Galata’ya yapılan iğrenç uzay çağı köprüsünden geçen trene binip, starbuckstan kahve içmeye gidecekler. Her şey çoğalacak; biz çoğalıyoruz en basiti. Yıllardır başımızdan gitmeyen politikacılar 3 çocuk 4 çocuk diye kendi tabanlarına baskı yaparken, kalabalıktan bıkacağız zamanla. Sevdiklerimiz ölüp gidecek sevmediklerimiz çoğalacak. Bu yüzden her gün bir öncekini, her gelen de gideni aratacak… O yüzden fırsat buldukça sürekli resim çekerek bir yerlere depoluyorum. Çünkü zaman geçer, anılar baki kalır. Hepimiz eskiyeceğiz. Benim çocuğumun benim gibi ”keşke babamın daha çok fotoğrafı olsaydı” demesini ist

Çok "ŞIK" adamlar

Resim
Tartışmasız Türk Sinemasının en yakışıklı adamı. Ayhan Abi, abimiz… Sadri Abimiz, oynadığı her filmde bizden biri olmayı başarmış adam. Romantizmin ve delikanlılığın vücud bulmuş hali. Serseriliği, rakıyı, türk sanat musikisini ve kadınları bize sevdiren adam. Türk sinemasının 80 yıllarının, babalarımızın abilerimizin adamları. Ölseler de hala var olan ve var olmaya devam edecek adamlar. Ne zaman canım sıkılsa kendimi türk sinemasının siyah beyazlığının içine kaptırır, “ ulan kalmadı böyle aşklar be ” diyerek filmin sonunu getiririm. Sonra bir film daha, bir film daha… Ta ki fakir çocuk filmin sonunda mutlu olana kadar… Şimdi yeni bir hikaye yazıyorum. Adı “lütfen bu bahsi kapatalım” Kendimi Sadri ve Ayhan Abi'nin yerine koyup bir meyhane sahnesi yazacağım. Bakalım becerebilecek miyim? Bir not: Ayhan Işık'ın Sadri Alışık ile çok yüksek boyutta bir arkadaşlığı vardı. Mevlana ile Şems gibi yani. Yediklleri içtikleri ayrı gitmezdi. Ayhan Işık geçirdiği beyin kana

YOL

Hayatın Dışında Yaşayanlar Kendimi bu hayatın çok dışında hissediyorum. Sabah işe gelirken yolda ölmüş bir köpek gördüm ve bu beni mahvetti. Sanki tanıdık bir akrabam ölmüş gibi oldum. Bir katil gibi hissettim kendimi. Çaresiz hissettim. Arabayla o görüntünün yanından geçip giderken yol akmamış gibi hissettim. Sanki araç cenaze yerine gidiyormuş gibi oldu  Çocukluğu benim gibi sokak köpeklerini besleyen insanlar bilir. Yolda gördüğü her köpeğe “geh geh geh” diye seslenip ellerini dizlerinin üstüne vuranlar bilir. Yedikleri yemeğin kalanını çöpe değil de duvar kenarlarına bırakan ufak çocuklar bilir hissettiğimi. Ayrıca ben kendimi köpek gibi hissediyorum, olamaz mı? Ne farkımız var? Kuyruğumuz dikken insanlar kaçıyor, kuyruğumuzu sallarsak seviyorlar bizi.  Bugün kendinize bir iyilik yapın. Ne demiş Sadri Abi, sokak köpeklerine selam vermek demek, adam olmaya çeyrek var demektir. Emrah Ateş twitter: hikayeadami instagram: hikayeadami 

Ben Yazarım Yazmasına da Zaman Buna Müsait Değil

ilknot; Bu yazı ZİNE E-DERGİ’nin ikinci sayısında yayınlanmıştır. Derginin linkini en alta ekliyorum. Dergideki en kötü yazı, benim yazım. Diğer arkadaşlar öyle güzel yazıyor ki… ,,,,,, Ben yazmasına yazarım da, zaman buna müsait değil ( Ali Lidar’a gönderme içermez ) Son günlerde en çok düşündüğüm şey çalışmanın edebiyat hayatındaki yeri. İlk kitabımı çıkardığım zamanı hayatımda bir milat sayarsam eğer ( malum en büyük hayalimi gerçekleştirdim ) milattan önce okuduğum kitapları yeniden okumaya başladım son günlerde. Çünkü o yaşlara ait olan düşüncelerim şimdikilerle bir değil. Kendi hayatımdaki büyük evrimi görmek için kitaplar yeterliymiş meğer. Bunun farkına vardım. Misal, Bundan 10 yıl önce okuduğumda en çok sevdiğim Sabahattin Ali eseri; Kürk Mantolu Madonna idi. İçimizdeki Şeytan’ı da okumuştum ama Kürk Mantolu Madonna ağır basmıştı o zamanlar. Şimdiyse durum bunun tam tersi. Kitap içeriklerine baktığım zaman kendimde şunu görüyorum; o zamanki algım daha duygusa

Fakir Edebiyatı

Daha ilk yazdığım kitap, yani ”hayat meyhanesi” henüz basılmadı ama ben şimdiden ikinci kitabın çalışmalarına başladım. Sahi ya bir tek bizim ülkemizle insanlarla edebiyat ile uğraşıyor diye dalga geçiliyor. ” bak bu cocuk şiir yazıyor” diyen alaycı gülüşler, ” kitap mı yazıyorsun sen küçük Emrah” diyen samimiyetsiz insanlarla dolu etrafım. Ama sırf onlara inat başaracağım bunu. Yapamayacağımı düşünen herkese inat… Neyse ikinci kitabın adı Fakir Edebiyatı. Bu defa daha da özenerek çalışıyorum. 26 adet öykü. Hepsi de içinde bir yerlerde beni barındıran öyküler. Gerçi hayat meyhanesi de beni anlatıyordu ama olsun. İnsan kendini anlatmakla bitiremiyor. Sürekli yeni şeyler yaşıyoruz. Aslında sürekli hep aynı şeyleri unutup unutup tekrar yaşıyoruz. Acı, mutluluk, sevgi, hepsi yabancı olmadığımız ve yabancısı olduğumuz şeyler.  Henüz 4üncü öyküde Arif karakterini yazarken kendi hayatımı özet geçtim. Sandığımdan kısa sürdü. Yazabileceğim her şeyi yazmış gibiyim. Öyle bir boşluğa düştüm.

Depremi Bekleyen Müteahhitler

Ben çocukken ablamlar Tuzla’da oturuyordu. Askeriyenin hemen arkasındaki bir sitede eniştem kapıcılık yapardı ablam da evlere temizliğe giderdi. Çocuk çağımda, çılgın matematik zekam yüzünden eniştem gibi kapıcı olmayı çok istedim. Hesapladım, on numara meslekti. Eniştem bisikleti ile verilen siparişleri almaya gidiyordu. Bisiklet olayı cepte! Ben daha bisiklet bile sürmeyi bilmiyorum gerçi o zamanlar. Hatta o yaz öğrenmiştim. Sonra, kira vermiyor; elektrik, su, kömür beleş. Sıfır masraf üstüne bir de maaş alıyorlar. Ulan diyorum “temiz iş, bakkala çakkala git her ay çil çil altın biriktirirsin.” Ablamda öyle yapıyordu o dönem. Eniştem de biraz çocuk ruhlu olduğu için atarisi vardı evde. Tuzla’ya gitmeyi sevmemin tek sebebi buydu. Tüm gün atari oynuyorum evde. Arada eniştem geliyor, maç kapışıyoruz. Bana göre dünyanın en zengin eniştesine sahiptim o zamanlar. Atari var, bisiklet var, lunapark yakın, buzdolabından krem peynir eksik olmaz. Yani bir insanın kendini zengin hissetmesi

Yaşamak Aptalların İşidir

Biz kendimizi hep bir şeylerin iyi olacağına inandırmışız, hepsi bu. Ortalama 70 yıllık bir hayatın var, daha ilk 20 yılın nasıl geçtiğini anlamadan 50 yıl yaşıyorsun zaten. Doğuştan kazıklanıyorsun yani. İlk yirmi sene çocuk ol, büyümeye çalış, okula git, askere git. Sonraki dönemde sürekli korku, sürekli birilerinin boyundurukluğu altında; Allah’ın, devletin, patronun, hocalarının, ailenin, eşinin yönetimi altında, hep bir şeyler bozulmasın çark dönsün diye uğraşıp duruyorsun. İyi bir iş bulayım, birini seveyim, bu boktan dünyaya bir çocuk da ben getireyim istiyorsun. Zaten her şeyin bu kadar karışık olması yetmezmiş gibi bir de yaşadığın sevdanın içine sürekli sorunlar sıkıştırıyorsun. Her şeyi tekrarla, sürekli kendini inandırmaya çalış, yaptığın tüm güzellikler bir hatan ile silinsin mesela. Bu her yerde böyledir;eve onlarca vazo al birini düşürünce senden kötüsü olmaz. 10 tane satın alma dosyası hazırla, birini geç bırak suçlusundur. Bir de en büyük yaptığımız hata, yaşadıığımız