Kayıtlar

Aralık, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

21 Aralık ve insanın vicdansızlığı üzerine bir yazı

Hava durumuna göre değişken duygularım. Mesela sıcakta mutsuz olamıyorum. O bile terletiyor ya sanırım ondan. Ama şimdi , dışarısı; yitip giden bir aşkın kalıntıları gibi soğuk, ama güzel... Güzel yazılarımı hep bu zamanlarda yazmışım. Sanırım İskandinav ülkelerinden birinde doğmalıymışım. Bugün sırf rüzgar yüzüme çarpsın, dudaklarıma kar değsin de artık hangi mevsimi yaşadığını hatırlayayım şu metropolün diye, sakince yürüdüm sokaklarda, botun su çekmiş olmasına aldırmadan. Ve her aldırmayışın sonu tabi ki hüsran, bak işte karın ağrısı başladı yine... Çocukken,  taşa oturma karnın ağrır diyen annenin sözlerini kulak arkası yapardık ama, nasıl bir işlerse bilinçaltımıza oturamazdık o taşa. Karın ağrısından korktuğumuzdan değil, annemizden korktuğumuzdan. Yani başımıza gelecek şeyler daha az korkutur bizi hep insanlardan. Bak şu 21 aralık olayına çok duygusal cevap vericem. Tüm sevdiklerimle aynı anda ölme fırsatını bulmuşken, yaşayıp acı çekme ihtimalini neden göze alayım? Nede

Yeditepe İstanbul Diyalogları -4

Resim
Aşkın kar-zarar defteri yok. Alacağın varsa yüreğine yazıcaksın Ancak cesur kadınların mutlu olmaya şansı oluyor hayatta Karşılaştık ya, tek avuntu bu. ve bu yeter... Karnımız doyunca aşk başlayacak  Beni ne kadar çok seviyorsun ? En güzel ve en zor şarkılar kadar... Biz hayatın makul çocuklarıyız, aşk hariç... Bütün çiçekler ayazda büyürler... Yeniden anlamı değişiyor sayfaların. Üstelik tek bir satır eklemeden bütün hikaye alt üst oluyor.. Bir şeylerin yerine birbirimizi koyduk. Birbirimiz kadar değerli şeylerin yerine; olmadı. Artık şimdi kimse sığmaz oraya.. Herkes yüreği kadar korkuyor... Ağlamanın güzelliğini bozacaksın be oğlum / Ferhan  Hayat sahip olduklarımızın dışında kalanlarmış meğer...                                         Büyüdüğümüz mahalle de böyle abilerimiz olsaydı keşke.

Yeditepe İstanbul Diyalogları- 3

Resim
                                         Birgün ben de yazarım belki bizim mahallenin romanını... Hayatımda ilk kez sigorta hastanesine gittim. Anladm ki yoksulun yorgunluğu bitmez / Olcay Yıllar önce nasıl ayrıldığımızı hatırlıyor musun Ali ? Evet, yarın görüşürüz diye.. Seni görünce manasızca lafa gireyim dedim. Belli mi olur istemsizce de olsa yüzün gülmeye benzer bir şekil alır. / Ömer laf bu öksüz bir şey; bazen senin bazen benim... öyle bir duygunun varoşlarında aşkın kenar mahallesinden kiminle çıkacaksın... nasıl göremiyorsun bilmiyorum. o senin yoksulluğunun devamı.. / Duru eğer birgün sana kötü davranırsam bu seni sevmediğim için değil... insan her gün yaptığı şeyi düşünür mü ? Sen her gün geçtiğin sokaktan giderken köşeyi dönecektim diye düşünür müsün ? sana Ömer'in ağzıyla konuşayım Duru.Sen sağlamcısın! çok şey vaad edemem ama,mutsuzluk garanti ... her akşam eve döndüğümüzde birbirimizi bulabilmek için evleniyoruz ( bak bu sözü belki ileride davetiyemde

Bahar'a alerjim var

Resim
Önceleri dilimin üstünde patlayan şekere gülüp, elimdeki çatapatı yere sürterek hayattan zevk alırdım. şimdi ise büyüdüm ve hayatımda ne değişti ? Hep aynı soru aklımda; zamanı tutabilir miyim elimde ? Mesela ışıklı bir ayakkabının verdiği rahatlığı hiçbir ayakkabı vermiyor artık. Çünkü hiçbir ayakkabım başucumda uyumuyorum sabaha kadar. Kışın bittiğini ''havaya üfleyip ağzımdan buhar çıkmamasına yormak'' gibi bir derdim yok haber bültenleri varken. Ki her cinayet; o kadar sıradan artık, hayatın bir olgusu bir bütünü. şiddet... Birbirlerinden nefret etmeye uğraştıklarının yarısı kadar sevmeye uğraşmıyor insanlar birbirini. Kime sorsam dertli, kime sorsam yalnız, kime sorsam birilerini istiyor yaşantısında, ama ilk fırsatta da öyle havada ki burun... ne diyordu kaybedenler kulübünde; bunca insan yalnızken neden bunca insan yalnız? Ama öğrenmişiz ergenliğimizde büyüklerimizden; geri adım atmayı. ''Ne kadar kaçarsan o kadar kovalarnırsın, s*keni s

Yeditepe İstanbul Diyalogları -2

Resim
''Bana öyle bir kitap ver ki, sorun diye bir şey kalmasın Ali '' ''senin içinde sürüyor benim mahkemem. beni bağışlayacak şeyler arıyorsun, daha suçumu bilmeden'' ''başlayıp başlayıp yarım bıraktığın sayfalar gibi dokun.'' ''Ben kıza ‘aşk isterim’ diyorum içimden yüzüne karşı, o fritöz diyor.'' ''öyle içime çekiyorum ki soğuk havayı; dudak tiryakisi değilim, kalbim serinliyor'' ''öyle bir gülümseyin ki zamana işlesin..'' ''Söylesene Havva bir kalp nelere dayanır? İnsan zannettiğinden çok güçlü. Yoksa bugün 3 defa ölebilirdim'' ''Kendimize ait bir dünyamız olsun demek bile ayıp geliyor. Sanki orada züppelik yapıcaz'' ''Sana bakarken hayatım kolaylaşıyor. Bu sevgi mi bencillik mi emin değilim...'' Havva ana: kız bu oğlanı beğenmiş seçmiş sana ne oluyor ? Ömer: kız bizi de tanısın öyle versin kararını. şöyle façayı bir düzeltelim

90'larda aşık olmak

Resim
Belki şu işsiz günlerimde evde oturup da izlediğim eski türk dizileri ( sultan makamı - yeditepe istanbul ) yüzünden yazıcam yazacaklarımı. Aslında hiç unutmadığımız ama yine de bir yerlere saklanan o güzel günlerden bahsedeyim istedim biraz. Yeni nesile acıyorum. Sanırım 95'den sonra doğan kişiler bu tarz şeyleri gençliğinde biraz zor yaşayacak. İlk aşık olduğum zaman mesela. Tabelacıda çırak olarak çalıştığım, ellerimin tiner, yüzümün gözümün kaynak dumanından simsiyah olduğu,resmi üniformamın mavi tulum olduğu günlerdi. Aynı sokakta bir kız vardı, badem gözlü. Ben dükkanın önünde oturur ona bakar, o da her fırsatta çöp atardı evden beni görmek için. Ama o zamanlar bu kadar öz güvenimiz yok tabi. Hiçbir şeyin, bırak sevişmeyi- sevmenin bile ulu orta yaşanmadığı, ayıplandığı, ama yine de güzel olduğu zamanlardı. Zar zor işportacıdan ikinci el aldığım cep telefonumdan - ki onun da anteni yüzünden oturup kalkarken cebimizden çıkarmak zorunda kalıyorduk, pantolonda iz yapar