Ben Yazarım Yazmasına da Zaman Buna Müsait Değil


ilknot; Bu yazı ZİNE E-DERGİ’nin ikinci sayısında yayınlanmıştır. Derginin linkini en alta ekliyorum. Dergideki en kötü yazı, benim yazım. Diğer arkadaşlar öyle güzel yazıyor ki…

,,,,,,

Ben yazmasına yazarım da, zaman buna müsait değil
( Ali Lidar’a gönderme içermez )

Son günlerde en çok düşündüğüm şey çalışmanın edebiyat hayatındaki yeri. İlk kitabımı çıkardığım zamanı hayatımda bir milat sayarsam eğer ( malum en büyük hayalimi gerçekleştirdim ) milattan önce okuduğum kitapları yeniden okumaya başladım son günlerde. Çünkü o yaşlara ait olan düşüncelerim şimdikilerle bir değil. Kendi hayatımdaki büyük evrimi görmek için kitaplar yeterliymiş meğer. Bunun farkına vardım.
Misal, Bundan 10 yıl önce okuduğumda en çok sevdiğim Sabahattin Ali eseri; Kürk Mantolu Madonna idi. İçimizdeki Şeytan’ı da okumuştum ama Kürk Mantolu Madonna ağır basmıştı o zamanlar. Şimdiyse durum bunun tam tersi.
Kitap içeriklerine baktığım zaman kendimde şunu görüyorum; o zamanki algım daha duygusal şeylere meyilliymiş. Malum ergen çağlarım, kızlardan ve aşktan başka düşündüğüm pek bir şey yok. İş güç, para, pul, umurumda değil. Neticede sana bakan birileri var ailende. Zaten olmasa bile hayatın çok da büyültülecek bir şey olmadığını düşünüyorsun o vakitler. O yüzden de daha duygusal şeylere meyilli oluyorsun. Cinsel açlık ve duygusal açlık ağır basıyor insanda. Bu yüzden olsa gerek kazandığın paraları bile yeri geliyor tek gecelik ilişkilere harcıyorsun.
Şimdi ise hayatın ciddiyeti beynimin her hücresine oluk oluk işlenirken algılarımda daha ciddi şeylere yöneliyor. Bu yüzden İçimizdeki Şeytan kitabı daha ağır basmaya başlıyor. İçimizdeki Şeytan biz büyüdükçe yaşlanmıyor, aksine; uyanıyor…
….
Kendi kitabımı bastırdığım dönemde insanlarla alakalı gözlemlediğim en büyük şey herkesin bir şeyler yazmış olduğu. En çok duyduğum cümle “Ben de bir şeyler yazıyorum aslında” cümlesi. Bu kadar az edebi eser okunurken bu kadar çok kitap yazılıyor olması iyi bir şey mi bilmem ama “kötü edebiyat iyi edebiyatı zamanla öldürür mü?” diye soruyor insan kendine. Öyle ya, şimdinin edebiyat ödülleri sahiplerine bile baktığınız zaman kafanız karışıyor.
-Peki neden bu kadar çok kitap basılıyor?
Cevabı çok basit; beğenilme arzusu ve maddi gelir.
-Bastırmak çok mu kolay?
Evet.  Parayı verdiğinizde birçok yayınevi içeriğini önemsemeden basıyor. Edebiyatın endüstrileşmesi böyle bir şey işte. Fakat bunda en önemli şey okur faktörü. Bu yüzden okur, yazar seçme konusunda gaddar olmalı.
Al sana bir soru daha;
-Peki edebiyat para kazandırmalı mı? Bu işte çok mu para var?
Cevabım net; evet! Para kazanılmalı çünkü.
Bazı duygusal edebiyatsever yahut sanatsever kişiler, sanatın sanat için yapıldığını savunduğu için bunun yanlış olduğunu söyleseler bile kısmen haklılar. Sanat’ın ticari amaç ile kullanılması ne kadar yanlışsa, sanatçının açlık içinde ölmesine göz yummak da o kadar yanlıştır.
Jack London’un Martin Eden kitabını bilenler bilir. Martin karakteri işini gücünü bırakır ve kendine iki yıl süre verir. Bu iki yıl içerisinde kendini tamamen kültürel anlamda geliştirip, öyküler yazıp gazetelerde yayınlatacaktır. Bu iş sandığı kadar kolay olmasa da kitaptaki karakterimiz kitap yazan kişilerin gereksinimlerini çok iyi şekilde özetler. Zaman, duygu ve kültür. Bu üçü olmadan insanın ortaya bir ürün koyamayacağını alttan alta vurguladığı gibi kapitalist sistemin sanatı ne kadar engellediğini de vurgular. Her kitapseverin okuması gereken bir koleksiyon kitabı olduğunu da söylemekte yarar var.
Kendi açımdan kitap yazmak isteyen insanlara şu formülü öneriyorum, G.N.O.
-Gözlemle
-Not al
-Oku
Bu üç temeli yapmak için de en çok ihtiyaç olan şey zaman.
Çok sevdiğim bir arkadaşım parlak bir fikir bulmuş gibi bir gün yanıma gelip şu cümleleri söylemiştir; “Oğlum düşünsene yazılan eserler kadar yazılmayan da var” Ne kadar da doğru bir tespit değil mi?
Nitekim günde ortalama sekiz saat pantolon diken bir insan bile ortaya güzelim sanat eserleri çıkarırken bir de o insanın tüm gün sanatla uğraştığını düşünsenize. Tabi ki çalışılan iş “ilham tetiklemesi” anlamında önemli bir faktör olabilir ama kendimden örnek vermek gerekirse; 900 kişinin çalıştığı bir şirkette çalışıyorum ve saçma plaza dilimizle tüm gün iş konuşuyoruz. Tetiklemese de olur yani. Zaten yazmış olduğum kitap için bile müdürlerim “Çok boş duruyor demek ki kitap yazmış.” demiş arkamdan sağolsun. Ticarette ayıp yoktur arkadaşlar, şaşırmayın.
Gelgelelim sanat ne yazık ki çoğu zaman karnınızı doyurmaz, size yalnızca övgü verir.  Geçinmek isteyen insan köprüleri yakıp sanatla uğraşmaz, sanatı yakıp daha çok pantolon diker. Çünkü ev kirası ödemek bunu gerektirir…
Dipnot: Şu yazıyı hazırlamam bile bir haftamı aldı be.
 / 02 12 2015
Emrah Ateş
twitter: hikayeadami
instagram: hikayeadami

Yorumlar

  1. Bence sende hayal kırıklığı yapanları unut.... sen sana lazımsın. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kırılan jhayallerim kadar saçım kırılsa kel kalmıştım :)

      Sil
  2. ÇAntayı sırtına vurup gitmek deme bana,demeeeeee. Yapmak isteyip de tembelliğimden, miskinliğimden kıpırdayamayan bana demeeee :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Biliyorum Sana Giden Bütün Yollar Kapalı

Orhan Veli'nin ölümü ve mezarı

Dünyanın bilinen ilk şiiri